[h=1]Onlar, cehennem bekçisine şöyle seslenirler[/h] 30.01.2015 02:03 Ayet meali... Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak (c.c), Zuhruf Suresi 74-77. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor: 74-Şüphe yok ki o (dinsiz) günahkârlar, Cehennem azâbında ebedî olarak kalıcıdırlar. 75-Kendilerinden (azab hiç) hafifletilmeyecektir ve onlar orada (o azâb içinde) ümidsizliğe düşmüş kimselerdir. 76-Hâlbuki (biz) onlara zulmetmedik; fakat onlar (kendi nefislerine) zulmeden kimseler oldular. 77-(Cehennem bekçisine “Ey Mâlik! Rabbin(e duâ et) bizim üzerimize (artık ölümle) hükmetsin! (Ölelim de kurtulalım!)” diye seslenirler. (Mâlik “Doğrusu siz, (bu azabda ebedî olarak böyle) kalıcılarsınız!” der
[h=1]Şimdi onlardan yüz çevir ve Allah selâmet versin de![/h] 03.02.2015 01:45 Ayet meali... Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak (c.c), Zuhruf Suresi 87-89. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor: 87-Celâlim hakkı için, eğer onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, mutlaka “Allah!” diyeceklerdir; öyle ise (haktan) nasıl çevriliyorlar? 88-(Peygamberin) “Ey Rabbim!” sözüne yemin olsun ki, doğrusu bunlar îmân etmez bir kavimdir. 89-(Ey Resûlüm!) Şimdi onlardan yüz çevir ve “Selâm! (Allah selâmet versin!)” de! Artık ileride bileceklerdir.
Kurânı sâdece senin dilinle kolaylaştırdık tâ ki... 12.02.2015 01:41 Ayet meali... Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak (c.c), Duhân Suresi 58-59. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor: 58-Artık onu (o Kurânı) sâdece senin dilinle (indirerek insanlara) kolaylaştırdık; tâ ki ibret alsınlar. 59-O hâlde (eğer dinlemezlerse, onların helâkini) gözetle; doğrusu onlar da (senin başına bir şey gelmesini) gözetleyicidirler.
Göklerde ve yerde, müminler için elbette deliller vardır 13.02.2015 02:31 Ayet meali... Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak (c.c), Câsiye Sûresi 1-3. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor: [Mekke devrinde nâzil olmuştur, 37 âyettir.] 1-Hâ, Mîm. 2-(Bu) Kitâbın indirilmesi, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hakîm (her işi hikmetli olan) Allah tarafındandır. 3-Şübhesiz ki göklerde ve yerde, müminler için elbette deliller vardır.
Allahın kulağını ve kalbini mühürlediği kimseyi gördün mü? 20.02.2015 01:34 Ayet meali... Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak (c.c), Câsiye Sûresi 23-26. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor: 23-İşte (nefsinin) arzusunu kendisine ilâh edinen ve Allahın (ezelî olan) bir ilim üzere (küfürlerindeki inadları yüzünden) dalâlete attığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üzerine de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Peki onu, Allahdan sonra kim hidâyete erdirebilir? Hiç ibret almıyor musunuz? 24-Hâlbuki (onlar): O (hayat), ancak bizim bu dünya hayâtımızdır; (burada) ölürüz ve (burada) yaşarız; hem bizi ancak zaman helâk eder! dediler. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Doğrusu onlar ancak zanda bulunuyorlar.(*) 25-Ve kendilerine âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman: Eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, atalarımızı (geri) getirin! demekten başka bir delilleri olmamıştır. 26-De ki: Allah size hayat veriyor, sonra sizi vefât ettirecek, sonra da sizi kendisinde hiç şübhe olmayan kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır; fakat insanların çoğu bilmiyorlar. (*)Ebedî, sermedî (dâimî), misilsiz bir cemâl (güzellik), elbette âyinedâr müştâkının (ayna gibi onun isimlerini görecek ve kendinde gösterecek hayranlarının) ebediyetini ve bekāsını ister. Hem kusursuz, ebedî bir kemâl-i sanat (sanattaki mükemmellik), mütefekkir dellâlının (onu düşünerek ilân edenin) devâmını taleb eder. Hem nihâyetsiz bir rahmet ve ihsan (merhamet ve ikrâm edicilik), muhtaç müteşekkirlerinin (minnetdârlarının) devâm-ı tenaumlarını (devamlı nimetlendirilmelerini) iktizâ eder (gerektirir). İşte o âyinedâr müştak, o dellâl mütefekkir, o muhtaç müteşekkir; en başta rûh-ı insânîdir (insan rûhudur). Öyle ise, ebedül-âbâd (sonsuzluk) yolunda; o cemâl, o kemâl, o rahmete refâkat (eşlik) edecek, bâkī kalacaktır. (...) Değil rûh-ı beşer, hattâ en basit tabakāt-ı mevcûdât (varlık tabakaları) dahi, fenâ (yok olmak) için yaratılmamışlar; bir nevi bekāya mazhardırlar. Hattâ ruhsuz, ehemmiyetsiz bir çiçek dahi, vücûd-ı zâhirîden gitse (görünen vücûdu yok olsa), bin vecihle (cihetle) bir nevi bekāya mazhardır (varlığı devâm eder). (...) Rûh-ı beşer, ne derece katiyetle bekāya mazhar ve ebediyetle merbut (bağlı) ve sermediyetle (sonsuzlukla) alâkadar olduğunu anlamazsan, nasıl Zîşuûr (şuûr sâhibi) bir insanım diyebilirsin? (Sözler, 29. Söz, 191)
Yaratmakla yorulmayan Allah, ölüleri diriltmeye de kadirdir 03.03.2015 01:34 Ayet meali Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak (c.c), Ahkaf Suresi 29-33 ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor: 29-Ve bir zaman, cinlerden birtakımını Kurânı dinlemeleri üzere sana yöneltmiştik. Nihâyet ona (ulaşarak) hazır olduklarında (birbirlerine): Susun (dinleyin)! dediler. (O Kurân kırâeti) bitirilince de (artık îmân etmiş kimseler ve Allahın azâbı ile) korkutucular olarak kavimlerine döndüler.(*) 30-Dediler ki: Ey kavmimiz! Doğrusu biz, Mûsâdan sonra indirilen, kendinden öncekileri tasdîk eden, hakka ve dosdoğru bir yola hidâyet eden bir kitab dinledik! 31-Ey kavmimiz! Allahın davetçisine icâbet edin ve ona îmân edin ki (Allah) sizin için günahlarınızdan (bir kısmını) bağışlasın ve sizi (pek) elemli bir azabdan kurtarsın! 32-Artık kim Allahın davetçisine icâbet etmezse, bu yüzden yeryüzünde (Allahı) âciz bırakıcı değildir ve kendisi için, Ondan (Allahdan) başka (azâbı def edecek) dostlar yoktur. İşte onlar, apaçık bir dalâlet içindedirler! 33-(Onlar) görmediler mi ki, şübhesiz gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakla yorulmayan Allah, ölüleri diriltmeye de kadirdir. Evet! Şübhesiz ki O, herşeye hakkıyla gücü yetendir.(**) (*) Bunlar, Yemendeki Nusaybin cinleri olup, yedi veya dokuz kişi idiler. Buhârî ve Müslimin rivâyetine göre bu cinler, Resûl-i Ekrem (asm), Tâif Seferine çıktıklarında Nahl vâdisinde sabah namazını kıldırırken okuduğu Kurânı dinlemişlerdi. (İbn-i Kesîr, c. 3, 324) Muhaddisler (hadis âlimleri) nakl-i sahih (doğru haber) ile İbn-i Mesûddan beyân ediyorlar ki; İbn-i Mesûd dedi: Batn-ı Nahl denilen nâm mevkide, Nusaybin ecinnîleri ihtidâ (İslâmiyete girmek) için Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnîlerin geldiklerini haber verdi. Hem İmâm-ı Mücâhid, o hadîste İbn-i Mesûd (ra)dan nakleder ki: O cinnîler bir delil istediler. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti. İşte cin tâifesine bir tek mucize kâfî geldi. Acabâ bu mucize gibi bin mucizât işiten bir insan îmâna gelmezse, cinnîlerin: يَقُولُ سَف۪يهُناَ عَلَي اللهِ شَطَطًا [Bizim sefih olanımız (İblis), Allah hakkında saçma şeyler söylüyor] tabîr ettikleri şeytanlarından daha şeytan olmaz mı? (Zülfikār, 19. Mektûb, 36) (**) Mâdem bahar faslında (mevsiminde) zemînin (yeryüzünün) dar sahîfesinde hatâsız yüz bin kitâbı birbiri içinde yazan bir kalem-i kudret (Allahın kudret kalemi) gözümüz önünde yorulmadan işliyor. Ve o kalem sâhibi yüz bin defa ahd u vad etmiş ki: Bu dar yerde ve karışık ve birbiri içinde yazılan bahar kitâbından daha kolay olarak geniş bir yerde güzel ve lâyemût bir kitâbı yazacağım ve size okutturacağım diye, bütün fermanlarda o kitabdan bahsediyor. Elbette ve herhâlde o kitâbın aslı yazılmış ve haşir ve neşir (öldükten sonra dirilmek) ile hâşiyeleri de yazılacak. Ve umûmun defter-i amâlleri onda kaydedilecek. (Zülfikār, 10. Söz, 54-55)
[h=1]Gökte de, rızkınız ve vaad edilmekte olduğunuz Cennetler vardır[/h] 07.04.2015 02:11 Ayet meali Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak (c.c), Zariyat Suresi 19-23. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor: 19-Onların mallarında, dilenen ve (iffetinden dolayı dilenmeyen) yoksul için bir hak vardır (verirler)! 20, 21-Kat‘î olarak îmân edecekler için yerde ve kendi nefislerinizde (Allah’ın kudretine ve birliğine) deliller vardır.(*) Hiç görmez misiniz? 22-Gökte de, rızkınız ve vaad edilmekte olduğunuz (Cennetler) vardır.(**) 23-İşte göğün ve yerin Rabbine and olsun ki, şübhesiz o, gerçekten sizin konuşmakta olmanız gibi kesin bir gerçektir. (*) “İnsan, -üç cihetle- esmâ-i İlâhiyeye (Allah’ın isimlerine) bir âyinedir. Birinci vecih: Gecede zulümât (karanlık), nasıl nûru gösterir. Öyle de; insan, za‘f ve acziyle (güçsüzlüğüyle), fakr u hâcâtıyla (ihtiyaçlarıyla), naks (noksanlık) ve kusûru ile, bir Kadîr-i zü’l-Celâl’in kudretini, kuvvetini, gınâsını (zenginliğini), rahmetini bildiriyor. (...) İkinci vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen nümûneler nev‘inden cüz’î ilim, kudret, basar (görme), sem‘ (işitme), mâlikiyet (sâhib olma), hâkimiyet gibi cüz’iyât (küçük şeyler) ile kâinât Mâlikinin (sâhibinin) ilmine ve kudretine, sem‘ ve basarına, hâkimiyet ve rubûbiyetine (terbiye ve idâre ediciliğine) âyinedârlık eder. Onları anlar, bildirir. Meselâ: ‘Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idâre ediyorum. Öyle de, şu koca kâinât sarayının bir ustası var, O usta onu bilir, görür, yapar, idâre eder ve hâkezâ (bunlar gibi).’ Üçüncü vecih âyinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyeye (Allah’ın isimlerine) âyinedârlık eder.” (Mektûbât, 33. Mektûb, 341) (**) Cennet, yedinci göğün üstünde ve arşın altındadır. (Nesefî, c. 4, 269)