Tanzimat Fermanı: Gülhane Hattı Hümayunu Tanzimat, o dönemde Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'nın, 16 yaşındaki Padişah'ı (Abdülmecit) "kandırarak" başlattığı; halkın sorunları ve toplumsal gerçeklerle bağı olmayan, özgüvenden yoksun, yüzeysel ve içi boş bir "yenileşme" hareketidir. Oluşum ve uygulamalarının kaynağı, Türkiye değil, Avrupadır. Koca Mustafa Reşit Paşa veya Mustafa Reşit Paşa (1800-1858) Gizlenmiş İçerikGörmek İçin Foruma Giriş Yapınız. ! Savaşlar ve ekonomik çöküntünün neden olduğu toplumsal bozulma, Tanzimat uygulamalarıyla yaygınlaşmış ve Türk toplumunun tarihsel değerlerindeki yozlaşma, bu dönemde hız kazanmıştır. Dinler ve etnik yapılar arasındaki eşitliği sağlamak adına yapılan değişiklikler, 540 yıl süren ve oldukça eskiyen devlet yönetim dengelerinin yerine yeni bir şey koyamadığı gibi, bu dengelerin dağılmasına neden olmuştur. Yayılan dinsel ve etnik ayrılıklar İmparatorluğun dağılmasını hızlandırmış, Tanzimat, yenileşme değil kapsamlı bir çöküş hareketi olmuştur. Bu gerçeği, Türkiye'de uzun süre kalarak araştırmalar yapan ve Tanzimat hareketi konusunda güvenilir eserler veren Fransız tarihçi E.D. Engelhardt, "Tanzimat" adlı kitabında şöyle dile getirmiştir: "Tanzimat, Avrupa'nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde gerçekleştirdiği manevi bir fetih hareketidir." (19) Tanzimat Dönemi, Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'nın, 3 Kasım 1839 günü Gülhane Parkı'nda açıkladığı Gülhane Hattı Hümayunu (Padişahın yazılı buyruğu) ile başladı. Tanzimat Fermanı adı verilen bu açıklama, değişik alanlarda "yenileşme" isteklerini içeriyor ve yeni bir "batılılaşma" dönemini başlatıyordu. Tanzimat'ın mimarı olan Mustafa Reşit Paşa, daha birkaç ay önce padişah olan 16 yaşındaki Abdülmecit'i, tanzimat'ın Osmanlı yönetimi için yaşamsal bir zorunluluk olduğu konusunda, "gizli görüşmelerle" "ikna" etmiş ve genç padişaha, kendi mutlak erkinin sınırlanmasını kabul eden Tanzimat Fermanı'nı imzalatmıştı. Abdülmecit ( 1823 – 1861 ) Gizlenmiş İçerikGörmek İçin Foruma Giriş Yapınız. ! Mustafa Reşit Paşa, benzerlerine göre oldukça iyi eğitim almış, son derece hırslı ve oldukça zeki bir Osmanlı bürokratıydı. Osmanlı yönetim işleyişini zorlayan cesur çıkışları ve yetkilerinin üzerinde uygulama yapma eğilimi vardı. Örneğin İstanbul'a karşı ayaklanan Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa'yla Kütahya'da yaptığı anlaşmada (1833) Şam ve Halep valiliğini Mehmet Ali Paşa'ya, Adana valiliğini de oğlu İbrahim Paşa'ya bırakmış, bu nedenle de II.Mahmut tarafından cezalandırılmıştı. Mustafa Reşit Paşa, Londra'da büyükelçilik yaptığı dönemlerde, dünya siyasetinin merkezi durumundaki bu kentte, İngilizlerle yakın ilişkiler içine girmiş ve tam bir batı hayranı olmuştu. Yönetim işleyişi, mali denetim, hukuk ve eğitim alanlarını kapsayan tanzimat kararları, bozulmuş olan yönetim yapısına duyulan tepki ve gelişen hoşnutsuzluklar üzerine oturtuldu ve meşru gerekçesini buradan aldı. Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş topraklarını kullanmak, bunun için de kullanım biçimine uygun düşecek kurallar sistemini ülkeye yerleştirmek istiyordu. İmparatorluğu çöküşe götüren, herkesin gördüğü yapısal bozuklukları ileri sürerek, bozulmayı daha da hızlandıracak programları, gelişme adına saraya dayatıyorlardı. Tüm yurttaşların temel haklarının güvence altına alınması gerektiğini söylüyorlardı, ama ana amaçları reayanın (Hıristiyan tebaa) haklarının güvence altına alınmasıydı. Aynı bugün gibi, değişim için ileri sürülen gerekçeler görünüşte parlak, ancak önerilen programlar doğru değildi. Batılılar, ülke çıkarlarını savunacak bilgi ve bilinçten yoksun yöneticilere sahip Osmanlı Devleti'ne, diledikleri biçimi verebilme olanağını ele geçirmişlerdi; bu olanağı sonuna dek kullanacaklardı. Tanzimat Fermanı'na göre; Padişah da olsa kimse, mahkeme kararı olmadan kişiye ölüm cezası veremeyecek ve sürgüne gönderemeyecekti. Vergi toplamada Müslüman-Hıristiyan farkı ortadan kaldırılacak ve eşitlik sağlanacaktı. Yurttaşlık haklarından ırk ve din ayırımı gözetilmeksizin herkes eşit olarak yararlanacak, Hıristiyanlar da devlet memuru olabilecekti. Tanzimat kararları, Türk toplum yapısıyla uyum göstermese de, "gerilikten kurtulmak" gibi haklı bir gerekçe üzerine oturuyordu. Ancak bu garip ve kendine özgü rejimin ulaştığı sonuç, Osmanlı İmparatorluğu'nun "yenileşip" güçlenmesi değil, kapitülasyonlar nedeniyle zaten ayrıcalıklı durumda olan, gayri müslim tebaanın daha da ayrıcalıklı hale gelmesi oluyordu. Müslümanların, Hıristiyan ve Musevilerin eşit oranda vergi vermesi, başlıbaşına bir eşitsizlikti. Ülkenin hemen her yerinde, mali ve ticari işleyişi ele geçirmiş olan gayri müslim tebaa, Müslümanlara göre ekonomik olarak çok daha üstün bir durumdaydı; Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan beri devlete karşı sorumlulukları, haraç ve cizye vergisi vermekle sınırlı kalıyordu; savaşlara katılmıyor ve büyük bir serbestlik içinde tüm güçlerini ticari etkinlikler için kullanıyorlardı. Bu nedenle zenginleşmişler ve etkili bir güce ulaşmışlardı. Tanzimat döneminde hukuk alanında gerçekleştirilen "yenileşme" girişimi, hukuksal düzeni tam anlamıyla bir karmaşa içine soktu. Geleneksel mahkemeler yanında Konsolosluk Mahkemeleri, Karma Mahkemeler, Nizamiye Mahkemeleri gibi değişik konum ve işleyişte birçok mahkeme ortaya çıktı. Mahkemelerin çeşitliliği nedeniyle, insanlar arasında adli eşitliği sağlayacak, herkesin kolayca yararlanabileceği bir hukuksal düzen ortadan kalktı. Halk, sorunlarını, değişik yöntemlerle ve mahkemeye başvurmadan kendince çözmeye başladı. Tanzimat'ın getirdiği Müslüman-Müslüman olmayan eşitliğinin, ekonomik yönden eşit konumda olmayan müslümanlar için yeni bir eşitsizliğin kaynağı haline gelmesi, halkın Tanzimat'a ve onun uygulayıcısı batıcı "aydınlara" karşı tepki duymasına neden oldu. Daha önce, ekonomik yetersizliklerini yönetim ayrıcalıklarıyla dengeleyen Müslümanlar, Tanzimat'la birlikte bu ayrıcalıklarını yitirdiler ve kendi ülkelerinde ekonomik güçten yoksun, eğitimsiz ve örgütsüz ikinci sınıf yurttaşlar haline geldiler. Tanzimat uygulamalarından müslüman olanlar değil, müslüman olmayanlar hoşnut kalmışlardı; mali ve ticari güçlerini geliştirerek zenginliklerini arttıranlar onlardı. Bu gerçeğin en açık göstergesi, Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra Türkiye'ye yerleşmek üzere göç eden Hıristiyan nüfustaki artıştı. Yunanistan'dan gelenler başta olmak üzere tüm yabancılar, Tanzimat uygulamalarının kendilerine sağladığı mülkiyet güvenliğine, ekonomik-sosyal ayrıcalıklara ve siyasi hesaplara bağlı olarak yoğun bir biçimde arazi alımlarına giriştiler. Tanzimat uygulamaları, Rumlar için, Yunanistan'dan daha elverişli koşulların ortaya çıkmasına neden oluyor ve çok sayıda Yunan vatandaşı Rum, Batı Anadolu'ya göç ediyordu. (20) Türkiye'de var olan ya da yeni yerleşen Müslüman olmayan nüfusun, ticari ve mali alanda üstün duruma gelmesi, doğal olarak, batılı devletlerle ilişkilerin azınlıklar tarafından yürütülmesine neden oldu. Devletin, batılılaşma adına gümrüklerin denetimini yabancılara bırakması, Osmanlı topraklarının yabancı mallara açılması ve ekonomik yaşam alanlarının azınlıkların egemenliği altına girmesi; bir yandan geleneksel yerli üretimi ortadan kaldırırken, diğer yandan azınlıkları işbirlikçi bir sınıf haline getirdi. Günümüzdeki Gümrük Birliği uygulamaları ile yüzyetmiş yıl önceki Tanzimat kararları arasında, yabancılara tanınan ayrıcalıklar anlamında da şaşırtıcı bir benzerlik vardır. Tanzimat Fermanı'nın ortaya çıktığı 19.yüzyıl ortalarında, yüzyıllar süren saray politikalarıyla toplumun kültürel kaynakları o denli kurutulmuş, eğitim o denli ilkelleştirilmişti ki, ulusal kimliğin beyni olan aydınlar ortaya çıkamamıştı; olayları ve gelişmeleri gerçek boyutuyla ele alıp irdeleyecek siyasi kadro yoktu. Kolaycılıkla birleşen boyun eğici ve öykünmeci eğilimler yaygınlaşıyor, özgüvenden yoksun ve kişiliksiz "aydınlar" ortaya çıkıyordu. Tanzimat kararlarını, "bir anayasa çıkışı" olarak ele alıp kendilerini "medeni batı dünyasıyla" bütünleşmeye yönlendirmiş bu "aydın" türü, varlığını bugüne dek sürdürdü ve Batı işbirlikçiliğinin, temeli o zaman atılan dayanakları oldu. Kendilerini batılı gibi görüp, köklerinden koparak yozlaşan, halkla ilişkisi olmayan, topluma yabancılaşmış "aydın" türünün ortaya çıkması ve bunların devlet kadrolarında üst düzey görevlere getirilmesi, doğal olarak kamusal işleyişin daha çok bozulmasına neden oldu. Kamu görevlileri ve "aydınlar", "kara cahil" bir "sürü" olarak gördükleri halka hizmet etmek bir yana, ondan "tiksinti" duyan ve uzak durmaya çalışan garip insanlar haline geldiler. Batıcılık bir modaydı artık ve bu moda tam anlamıyla bir Batı çılgınlığıydı. (21) Lalaların yerini mürebbiyeler, geleneksel davranış biçimlerinin yerini batılı tavırlar aldı. Fransızca öğrenmek ve Fransız jargonuyla (Jargon : bozuk, yanlış hatta anlaşılmaz konuşma) konuşmak, uygar olmanın göstergesi haline geldi. Kültürel bozulma ve yozlaşma o denli yoğunlaştı ki, Türk ve Türklük, geriliği ve ilkelliği temsil eden bir aşağılama sözcüğü olarak kullanıldı. Dönemin tanzimatçı "aydınlarından" Prens Sebahattinci ve İngiliz yanlısı Abdullah Cevdet, işi, dışardan "damızlık erkek" getirilmesini istemeye dek götürdü. "Batı medeniyeti, ona ancak uyutabilecek, karşı durulursa yerle bir edici coşkun bir seldir.. Neslimizi ıslah edip güçlendirmek için, Avrupa ve Amarika'dan damızlık erkek getirmeliyiz" diyen yazılar yazdı. (22) Dipnotlar 19- "La Turquie et le Tanzimat ou Histoire des Reformes Dans L'Empire Ottoman Depuis 1826 Jasgu'a nos Jours; Paris C.I, 1882; C.II 1884" E.D.Engelhardt, ak. Prof.Dr. Çetin Yetkin, "Başlangıçtan Atatürk'e Türk Halk Eylemleri" Ümit Yayıncılık, Ankara 1996, sf. 263 20- "Reform in the Ottoman Empire 1856-1876" R.Davison Princetion 1963; ak. S. Yerasimos, "Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye" Belge Yay. 7.Baskı 2001, sf. 51 21- "Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi" İletişim Y., 6.,C, sf 1790 22- "Türkiye Tarihi 3-Osmanlı Devleti 1600-1908" Cem Yay., 4.Bas.İst-1995, sf. 359 ve "Türkiye'nin Düzeni" D.Avcıoğlu, l.C, Bilgi Y., 5.Bas., Ank-1971, sf. 162 *** ( Metin Aydoğan / Türkiye Üzerine Notlar/ 1923 - 2005 ) adlı kitaptan alıntıdır