Smyrna ve Mitoloji

Konu, 'Uyduturk Cafe' kısmında AYDINLANMA tarafından paylaşıldı.

  1. AYDINLANMA
    Offline

    AYDINLANMA Banlı Üye

    Kayıt:
    3 Temmuz 2010
    Mesajlar:
    270
    Beğenilen Mesajlar:
    7
    Şehir:
    İzmir
    Bedri Rahmi “Seni efsanelerle büyüttüm” der oğlu Memed’e bir şiirinde, Anadolu kültürü demek çoğu kez de efsane demek…

    Öyleyse bir efsane ile başlayalım bu yazıya… Yaşadığımız coğrafyada en azından 2 bin yıl süreyle ‘baştanrı’ kabul edilmiş olan Zeus’un kendi kafasının içinden doğurduğu zeka tanrıçası Athena , zeka ve bunun getirmiş olduğu beceriye sahip olanların koruyucusu imiş.


    Zeka ve beceriye sahip olanların koruyucusu olan Athena’dan bereket ve barış beklemek de mümkündü antik çağda… Ve şehirler kendilerini de Athena’nın korumasını beklediler haklı olarak. Atina, Attika, Bergama ve nihayet Smyrna, hani şu Bayraklı’da ilk kez İsa’dan 3 bin yıl önce kurulmuş olan kentimiz de Athena’nın koruması altında idi ve bizim bu yazımıza konu olan ‘armağan’ ise Athena’ya üzerine adı yazılarak Smyrna’da verilmişti….



    Bugün Bayraklı Athena Tapınağı’nın da içinde bulunduğu alan Tekel’in deneme bağlarındaki asmalar ile zeytin ağaçlarının birlikte on yıllar boyunca yan yana yaşadığı bir tepeciktir. Halkın deyimi ile’Tepekule’dir. Antik Smyrna’da da zeytin ağacı, her şeyden önce, bereket ve barışı temsil eden bir tanrıçanın armağanıdır. Efsaneye göre, Tanrı Zeus, bir şehri için bir yarışma düzenler. Bu yarışmada şehre en değerli armağanı verecek olan, bu şehrin koruyucusu olacaktır. Yarışmaya denizler tanrısı Poseidon ile Zeus’un kızı tanrıça Athena katılır. Poseydon, denizden bir at çıkarır. Bu, çok ağır yükleri taşıyabilen ve savaşlarda yararlık gösterebilecek güçlü ve kuvvetli bir attır. Sıra, Athena’ya gelince, tanrıça mızrağını toprağa saplar ve mızrak kısa bir süre sonra zeytin ağacına dönüşür ve yarışmayı kazanır. Böylece hem o coğrafyanın koruyucu tanrıçası olur…


    Bu efsane, Antik Yunan’da zeytin ve zeytin ağacının kutsallığını gösteren kanıtlardan yalnızca biridir. Antik Yunanlılar'a göre, kutsal bir aileden gelmiş olmanın en önemli işareti bir zeytin ağacının altında doğmuş olmaktır. Bunun dışında M.Ö. 8’inci yüzyılda yaşadığı sanılan Homeros’un kaleme aldığı destanlar, zeytin ağacı ve zeytinyağına ilişkin zengin anlatımlarla süslüdür.
    Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal 1967 yılında ilk kez karşılaşır Smyrna’da Athena ile… Hoca’nın öğrencilerinden Prof. Orhan Bingöl’ün anılarında Bayraklı Athena tapınağı ve kazı günleri şöyle yer alıyordu: ‘Akurgal Hoca, tüm görüşleri büyük bir sabır, hoş görü ve ciddiyetle dinleyerek değerlendirir ve beğendiklerini, doğru bulduklarını görüş sahibinin kimliğini belirterek açıklamaya, yayınlamaya özen gösterir. üretilen bilimsel varsayımlar konusundaki bu titizliğini "Athena Tapınağı"na ait sütun başlıkları konusunda düşüncelerimizi birbirimize aktarırken anladım. Bu konudaki bazı görüşlerimi belirttikten sonra, gençliğin verdiği bir rahatlıkla, bir başka görüşümü daha açıklamaya başlamam üzerine bana: "Orhan bey bu kitabı siz değil, ben yazacağım, lütfen başka bir şey söylemeyin" demesi, bana bir yandan onur verirken, diğer yandan kendisinin bu konuda ne denli titiz olduğunu göstermiştir. Kazılarda sürdürülen yoğun ve yorucu çalışmaların semeresi ancak elde edilen sonuçların bilimsel ortama dökülmesiyle görülür ve bu ortamın yasal sahibi de kazı başkanlarıdır. Bayraklı kazısında çalışan onlarca kişi arasında bu şansa sahip ilk; ve son yıllara kadar tek kişi olmanın kıvancını yaşıyorum. Fakat pek çok meslektaşım ile birlikte bu konuda buruk olduğumuz günleri de anımsamamak olanaksız”
    İzmir, antik çağlarda da güzelliğiyle ünlü bir kentti. Coğrafya’nın babası Strabon; eski ismi Smyrna olan İzmir için, "Gezdiğim tüm kentlerden daha güzel" demişti. Anadolu'yu katır sırtında dolaşarak, birçok antik kentimizi dünyaya tanıtan Anadolu'da " Bin Bey" diye anılan George E. Bean de İzmir için, "Dünyanın en güzel köşelerinden biri" demişti 1950’lerde…
    İzmir'in ilk yerleşim birimi Bayraklı'dır. "Tepekule" adlı tepecik üzerindeki Antik İzmir Kenti, M.Ö. 3000-300 tarihleri arasındaki yerleşme katlarından oluşmaktadır. Eskiçağ'da küçük bir yarımadacık olan bu tepe, bir kıstak ile anakaraya, Yamanlar'a bağlıydı.Bayraklı Höyüğündeki ilk bilimsel kazı, Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal tarafından, İngiliz ve Türk üyelerden oluşan bir heyetle, 1948 ve 1951 yılları arasında gerçekleştirildi. Akurgal Bayraklı kazılarını 1966'dan 1993'e kadar kesintisiz sürdürdü. 1993'ten bu yana da, çalışmaları eşi Prof. Dr. Meral Akurgal tarafından yapılıyor.
    2002’de kaybettiğimiz Prof. Akurgal Smyrna’yı şöyle anlatıyor bir yazısında: Smyrna’da M.Ö. 630-580 yılları arasındaki Doğu Helen yapı sanatının en önemli eserlerini verilmiştir. M.Ö. 7. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Smyrna'da tapınak, kent suru, taş çeşme, Tantalos Anıt Mezarı ve evler olmak üzere, taş işçiliğinin en güzel örnekleri sergileniyor. Höyüğün en üst katlarındaki yerleşmeler M.Ö. 4. yüzyılla başlamış. Bu M.Ö. 4. yüzyıl tabakası, İzmir için tek örnektir ve günümüzde hala titizlikle korunuyor. Burada üç adet, ortaları avlulu ev kompleksi yer almaktadır. Evlerden biri 14 odalı, diğerleri 7 ve 6 odalıdır.


    M.Ö. 4. yüzyıl yerleşmesinin altında, M.Ö. 6. ve 7. yüzyıl yapı katları ortaya çıkarılmıştır. Buralardaki evler içinde M.Ö. 6. yüzyıl başlarına ait "iki katlı çifte megaron" ile M.Ö. 7. yüzyıla ait "büyük toplantı megaronu" en önemli yapılardır (Megaron: Antik yapılarda ortasında ocak bulunan oda veya kabul salonu).


    Bu yerleşim tabakalarında yapılan kazılarda seramik çanak-çömlek ve madeni buluntularla karşılaşılmış. Çıkarılan tüm buluntular höyük üzerinde yer alan kazı evinin laboratuvarında temizlenmiş, restorasyon ve konservasyonları yapılarak İzmir Arkeoloji Müzesine nakledilmiş. Eski İzmir'in ana yapısı Athena Tapınağı'nın en eski kalıntıları, M.Ö. 8. yüzyıl sonuna ait üç metre genişliğindeki rampa ve rampanın dayandığı duvardır.


    Batı uygarlığınının günümüze değin bilinen en eski taş çeşmesi 1948-51 yılları arasındaki çalışmalarda ortaya çıkarılmıştır. 1997-98 yıllarında çeşmenin güneybatısında çalışmalar yapılırken kent duvarı dışında kireçtaşı lahit ve pişmiş toprak pithoslardan oluşan mezarlara rastlanmıştır. Bu mezarlar M.Ö. 7. yüzyılın sonu ve 6. yüzyılın ilk yarısına aittir.


    Tarihçi Herodotos'tan öğrendiğimize göre, M.Ö. 600 yıllarında Lidya Kralı Alyattes, İzmir'i yakıp yıkmış ama Lidyalılar kentte kalmamıştır. Bu saldırının ardından İzmirliler kentlerini, evlerini, dükkanlarını ve özellikle Athena Tapınağı'nı daha güzel ve daha görkemli bir şekilde yeniden yapmışlar…”


    Prof. Akurgal’ın İzmir Arkeoloji Müzesine gönderdiği ve halen de sergilenmekte olan Bayraklı buluntuları içinde çok özel bir de çubuk bulunuyor… Bu yazının da esin kaynağı bu çubuk… Başka esin kaynakları da var zaten… Bu bronz çubuğun üzerinde,’Protakhos’un oğlu Oniotimos’un Tanrı Kadın Athena’ya armağınıdır’ yazıyor ve bu armağan yeryüzünün bilinen en eski armağanı. İsadan Önce 6. yüzyıl başında üretildiği tahmin ediliyor. Bu çubuğu 1967’de bulmuş Akurgal ve sayfalarımızı süsleyen fotoğrafta da görebileceğiniz gibi üzerinde 8 obje taşıdığına kanaat getirmiş. Halen de dünyanın en zengin müzelerinden biri olan İzmir Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.


    Athena’ya sanatın, zenaatın, işçiliğin ve işçilerin de simgesi olduğu için kandiller de sunuluyordu. Bugün hala yüzlerce kandil parçasını Athena Tapınağı’nda bulmak da bu yüzden mümkün…


    Bu yazıyı pek sevilen bir Athena efsanesi ile noktalayalım:



    Athena üstün zekası ile oluşturduğu el sanatlarında o denli ileri gitmiş ki, tanrıça Hera’nın gelinliğini tek başına yapmış. Dantel, nakış,örgü vb gibi kadın el sanatlarının piriymiş.


    Lydia’da yaşayan Arakne adındaki güzel kız da, aynı Athena gibi çok güzel bir şekilde bu sanatlarla uğraşıyordu. O kadar ince ve şık bir şekilde oya ve gergef işlemekte imiş ki, peri kızları bile hayranlıkla onun yaptıklarını seyretmekteymişler. Bir gün peri kızları kendisine gelip, “o kadar güzel yapıyorsun ki, sana bu işi zeka tanrıçası Athena mı öğretti?” diye sormuşlar. Arakne de buna karşılık olarak “benimle kimse bu işte yarışamaz, Athena’yı bile bu sanatta geçerim” diye yanıt vermiş. Doğal olarak Athena bu duruma kızmış ama bir yandan da “bakalım bu ölümlü benimle gerçekten başedebilecek mi” diye düşünerek yaşlı bir kadın görünümüne bürünerek Arakne’nin yanına gelmiş. Athena Arakne’ye “sen bu işte çok iyi olabilirsin, ancak kendini büyük görme , elbette ki, senden iyileri mutlaka bulunmaktadır, en azından senin bilmediğin motifleri bilenler bulunur, hele hele bir tanrıça Athena mesela” demiş. Arakne gene mağrur bir şekilde “ben boş yere gurura kapılmıyorum ya da kendimi sebepsiz yere başkalarından üstün görmüyorum. Ancak gerçek ortada, kendine güveniyorsa Athena gelsin,yarışalım” diye karşılık vermiş. Bu meydan okuma karşısında Athena birden bire girdiği yaşlı kadın kılığından ,gerçek haline dönmüş. “İşte geldi, hodri meydan” demiş. Ellerine aldıkları gergefleri büyük bir hız ve incelikle işlemeye başlamışlar. Athena doğal olarak tanrı ve tanrıçaların mekanı Olimpos’tan ve tanrı ve tanrıçaların yaptığı büyük işlerden sahneler işlerken; Arakne tanrı ve tanrıçaların aşk sahnelerinden görüntüler işlemekteymiş. Athena ki, hakkında hiçbir şekilde aşk dedikodusu olmayan ve namus kavramının timsali ve koruyucusu olarak bilinmekte, işleriyle meşguliyeti nedeniyle evlenmemiş bir tanrıçaymış. Bir gün kendisini nehirde yıkanırken gören yaşlı bir adamı bile kör etmişken, bu tür sahnelerin resmedilmesine tahammül etmesi beklenemezdi. Sonunda her ikisi de gergef işlerini bitirmişler. Athena Arakne’nin yaptığı gergefi alıp, yırtmış. Arakne bu davranışa karşılık olarak , kendini öldürmek istemiş. Athena da “Madem sınırını bilmiyorsun ve ayrıca kendini bu işte bir numara görüyorsun, sen bundan sonra ömrünü ağ üzerinde desen işleyerek geçireceksin” diyerek onu örümceğe çevirmiş. O günden beri de örümcekler, bu durumun utancı ile hep kuytu köşelerde ve sessiz sedasız bir şekilde ağlarını örmüşler.
     

Sayfayı Paylaş