50 YILIN MUHASEBESİ Yürüyen, konuşan, yiyen doymayan Kaç put sevdik, kaç put seçtik sayamam... Toprakları kanımızla suladık Kaç kuyuda ekin biçtik sayamam... *** Hangi yaşta kaç slogan söyledik Kaç mantara alkışçılık eyledik Kaç dönemde kaç zindanı boyladık Kaç sırtlana kucak açtık sayamam... *** Nutukta büyüttü kurnazlar bizi Ayakta uyuttu cambazlar bizi Batıya peyledi papazlar bizi Kaç kürsüden yalan içtik sayamam... *** Kaç cehennem yaptık, kaç cennet yıktık Gönül sarayına kaç maymun tıktık Kendi göğsümüze kaç kurşun sıktık Kaç tezada konup göçtük sayamam... *** Kuruyan umutlar sönen hayaller Kurtlar sofrasında yenen hayaller Acıya, hüsrana dönen hayaller Kaç dağdan denize uçtuk sayamam... *** Devletliler çıkıp devlete kondu Büyük putlar büyük servete kondu Hak, hukuk, insanlık sepete kondu Kaç meslekten! Korkup kaçtık sayamam... *** Uymadı bir türlü başlar bedene Yanaşmadık niçin ile nedene Ne söyleyim. Çok sürü var güdene Kaç berzaha girip geçtik sayamam...
40.YIL HESABI Uykuları harman ettim savurdum Bir mübarek düş aradım kırk sene... Ne usandım,ne yoruldum,ne durdum İçi doğru dış aradım kırk sene... *** Çıktım dağ boş, indim baktım ova boş Toprak garip, su tedirgin, hava boş Nere gitsem dallar kırık, yuva boş Yumurtada kuş aradım kırk sene... *** Aşk yükünü indirince arkamdan Doğmadık bebekler tuttu yakamdan Hesap-kitap ettim, kaçtım rakamdan On yitirdim, beş aradım kırk sene... *** Binalar yükselir: gözyaşı, kin, kan Koymuşlar adını uygarlık, ümran Yükseklerde midelerdir hükümran Alçaklarda baş aradım kırk sene... *** Gönül penceremi dünyaya açtım Baktım manzaraya ben benden geçtim Ucuzdan tiksindim, kolaydan kaçtım Belası çok iş aradım kırk sene... *** Birbirinden çürük çıktı seneler Öz yiğidi az doğurdu analar Hayal oldu gönlümdeki binalar Temel için taş aradım kırk sene... *** Adı devrim oldu avrat soyarak Denge kurdu toklar açı yiyerek Aptallara ibret olsun diyerek Solucanda aradım kırk sene...
ÖĞRETMEN ŞİİRİ) VER Ben tertemiz bir tahtayım ilim ahlak iman yaz Ben yoğrulmuş hamurum benden güzel şekil yap Ben körpecik fidanım naziğim kırılırım Yağmur ol yağ üstüme ilacım ver gübrem ver Kurumazda büyürsem bağ senin bahçe senin Benim dün ki kölemin bugün kölesi etme Öz yurdunda gariban hasret delisi etme Şerefsizi dinsizi başımıza bey etme Bir taraftan siyaset bir taraftan ahlak ver Başımız dik olunca şan senin bayrak senin Aristo yu verirken Harezmi yi de öğret Roma yı anlatırken Ötüken i de anlat Mekke yi Medine yi Buhara yı da anlat îster yalnız Atina ilya odesa yi ver Eğer bir gün sızlarsa can senin vicdan senin Sen bize yolu göster koşanlar biz olalım Sen bize dağı göster aşanlar biz olalım Dünya ya sığmayalım evreni dolaşalım îster hala yatalım yorgan döşek yastık ver Vatanı vatansıza satarsak günah senin Biliyoruz elbette sıkıntıda derttesin Derdin dünyalar olsa yenecek kuvvettesin En mübarek dinde ve en aziz millettesin ister yürü üstüne istersen de kaçıver Kafadaki fikir ve döşteki yürek senin Fatih Fatih olmazdı hocası olmasaydı Yunusun derdi buğday Taptuk u bulmasaydı Gazali yükselmezdi Bağdat a gelmeseydi Ey Allah'ım bizleri biz yapacak hoca ver Biz rahmete muhtacız rahmet kapısı senin.
FARKINDA MISIN? Zamanının kaçındasın, neyin başındasın? Hayâllerin mi, gerçeğin mi telaşındasın? Umarım ki fark edilmeyenin farkındasın, Bil ki: saat işler, zaman geçer, ömür biter! Hayatımıza iki meçhul bağ örülür, Biri yanlışa sürükler, biri doğruya götürür. Hangi yoldan gidilirse gidilsin, görülür: Bil ki: saat işler, zaman geçer, ömür biter! Umduğun aşa, ummadığın başa gelince, Akıl başa gelip akla karayı seçince, Anandan emdiğin süt burnundan gelince, Bil ki: saat işler, zaman geçer, ömür biter! İnsan evladı kendini tanır, hakkı tanır, Haksızlıkta, zulümlerde kendinden utanır, Her damla gözyaşında, kanda sonuca varır: Bil ki: saat işler, zaman geçer, ömür biter! Seyhanî söyler, ister kulak as, ister asma, Güzeli görmezsen bile güzele kin kusma! Aslını bil, doğruyu bul, yanlışlara susma! Bil ki: saat işler, zaman geçer, ömür biter! Kaçınılmaz misafir kapına vurduğunda, Bülbül susmağa, karga ötmeğe durduğunda, Eller dizlere, kazma toprağa vurduğunda, Bil ki: saat durur, zaman durur, ömür biter!
BAHAR ŞİİRİ Bu sabah mutluluğa aç pencereni Bir güzel arın dünkü kederinden Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden Çocuğum uzat ellerini Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı Duy böyle koşturan sevinci Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor Toprak ananın kalbi Şöyle yanıbaşıma çimenlere uzan Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın Baharın gençliğin ve aşkın Türküsünü söyliyelim bir ağızdan Ataol BEHRAMOĞLU
Islık - Yılmaz Erdoğan senin sesinle başlayan bir ıslık kehribar kokusu kulaklarımda nasıl bir nargile yakmak bu fitil gibi sarhoşlukta... kim bu öldürücü musikinin güftesini gömebilir kuytuluğun makamına yalnız hicazdı felaket efem saatlerinde kimi görsem göz yarası yüzümde, kimi duysam senin sesinden ıslak bir ıslık ve ben artık her şarkıda kendime vokal yapıyorum, yüzüm gözüm ıpıslık...
Çöl Daha İyi - Yılmaz Erdoğan çöle kıyısı olan kentlerin limanları sıkılgan olur kuş uçar gemi geçmez, kervan zaman içinde. böyle kentlerde insan fırtına gibi sever, sevdiği için ağlamayı. hangi türküde sevmekten bahsedilse ben hicaz olurum elimi ıslatır elinin teri ziyan olurum seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım hangi türküde sevmekten bahsedilse bu çölde ben "şair burda yaşadığı kenti çöle benzetiyor" da bahsedilen şair olurum.!
Büyüyorum - Yılmaz Erdoğan büyüdükçe, sentetik zamanlara kangren ayaklar bastım, izi kaldı ömrümün... kara çaldılar yüzüme bütün kara parçalarında elbette "afrika dahil" parça başı çalışan kiralık katildi zaman gülüşüm sivas yangını ağlarsam kızma... ölmek bile yakışıyor bazı adama...
Beyoğlu'ndan Dolmabahçe'ye Taşınan Bir Aralık Akşamı - Yılmaz Erdoğan Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul'muydu yüzün, yoksa çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne Dolmabahçe da çay tadında.... Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında, tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu. Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama yüreği takvim yokuşlarında... Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının... sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime... Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe seyrediyorum... Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında, üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan muzdarip yürüyordu... Adam da... Yürümek hiçbir şeyi çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında yaralı bir öyküyü taşıyordu adam... Kadının yüzünde bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük... Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti... ... Soğuğun ve karanlığın vehameti! Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş, daraltılmış... İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler, yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar... Hepsi daraltılmış... Yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat! Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık olmak içinse erken... Beni sevda yerimden vurdu yine zaman... Şimdi sana söylenecek tek cümle: Bende sana yetecek kadar ben kalmadı...
Başkalaşan Aşk - Yılmaz Erdoğan adını anmak güzeldi dost ağızlarda sana dair cümlelerin ıslatılması... adını anmak... yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel avuntularına sırt çevirip senden söz açmak... biraz gülünç, biraz sitemkar... güzeldi... adının türkçedeki yankısı özeldi... seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı, sülalesi kandilli yoğurtçunun mekanında... denize amors durup, yüzüne cepheden bakmak güneşli bir mavilikte.... güzeldi.. ipe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak, yüzünde yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi... Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum şimdi... cümlelerimiz öznesiz...umursayan yok Kanlıca'daki yoğurdu... ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir aşkın mührüdür artık...
Anladım - Yılmaz Erdoğan anladım sabahları açılır esnaf çarşıları yeminle "bedreddinim bir ağaca asılır" anladım en büyük yalan yemindir edilir sabahları gecesini hatırlamayan esnafların tüm merasimleri gömdüm ömrümün reklam amaçlı takvimlerine anladım kimse üzgün değildi bayraklar yarıya indiğinde bir tek el isteyen yordam ve özür dileyen anladım herkese kötü şeyler hatırlatan yüzüm evet yüzümdü her görüşmeye taşıdığım kandırılmaya gönüllü bir gönülle az sütlü neskafelere sigaralar iliştirdim göz gördüm başka açılara ayarlı uzun bir yüz gördüm meğer filmin sonu diye ayarsız fin yazardı se end zamanında bir zamanlar fransızlar hep fransız kalacaklar sabah sinemasında pazarları aklımı alıp doğduğum evin müze olma isteğine saklayacaklar ama kavaklar büyüyecek herkesten gizli boyatmak bir kavağın becereceği iştir ancak anladım ki ağaçlar toprağa acı verdikçe büyüyorlar her pazartesi and içip cumaları marşa basan camiler dolusu yemin edip taburlarca yalan söyleyen bu toprakta bu ağaç kuruyacaktır elbet anladım kimseye acı vermeden büyünmüyor namusum ve şerefim ve çocukluğumun üzerine beton dökerim ki tüfek filan değil çimento icat edildi de bozuldu mertliğin mimarisi esrarlı bir ülkeye göçtü sabrın taş ustaları anladım altı dükkan olsun istiyor evinin ve ağlamaklı bulmuyor apartımanları benim taş ustamın karısı ve her yerde şube açmak istiyor iskender kebabını icat eden büyük iskender’in çocukları ki gölge filan etmez yoğurtlu bir ziyafet çekerdi diyojen’le karşılaşsaydı. anladım bursalı iskender’in romalı arkadaşından daha çoktur uygarlığa katkısı oysa bu satırlarla üstünü örten ben kelimelerle sargı bezi ve melhem yapan ozanlığı en çok kendini üzen ben anladım sadece öğlenleri açarım yaramı ve hiçbir yerde şubesi olmaz bu kanamalı hastanın anladım.
Alkol İkindisi - Yılmaz Erdoğan biz ne zaman içsek köfte geç gelir ve oturur muhabbetin terkisine çıplak bir efkar sözcüğü biz ne zaman içsek sabah akar meyhanecinin cebine günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan biz ne zaman içsek iç değilizdir aslında dışımızda bronz bir akşam sözcüğü çırıl bir efkar sözcüğü üften püften bir kar beklentisi delikanlı kıvamında sevda değilse de tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık biz ne zaman içsek iç değilizdir aslında bu alkol ikindisi şiirde şimdi burada açılsaydın adımın baş harfi gibi belki ağustos kokardı ağustos sen... fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara seninle boyuna sevilmiş sen yalanı sevdasından büyük sen bir bil sen.! biz ne zaman içsek seni düşünüyoruz genzimizde göl göz yaşları... biz ne zaman içsek iç değilizdir aslında... dışımızda bronz bir izmir akşamı.!
Eskiden Bilmezdim Yalnızlığı - Yılmaz Güney Eskiden bilmezdim yalnızlığı Bir ağaç nasıl yalnız değilse ormanında Bir çiçek kendi dalında Eskiden bilmezdim yalnızlığı Yalnızlığın içinde Şimdi yalnız, yalnız mıyım Kopuk muyum dalımdan Uzağında mı kaldım ormanın
Canım, Sevdiğim, Yüreğim... - Yılmaz Güney Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin... Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan... Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü, Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır... Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu. Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi. Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim. Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili... Bir gün akıp gideceğiz hayata... Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin. Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur... Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.
Arkadaş - Yılmaz Güney Bir kıvılcım düşer önce Büyür yavaş yavaş Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş Dolduramaz boşluğunu ne ana ne kardaş Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş Ortak olmak her sevince, Her derde kedere Ve yürümek ömür boyu Beraberce elele, Olmasın hiç O ta içten gülen gözlerde yaş, Yollarımız ayrılsa bile, Seninle ARKADAŞ!
Sen Olmasaydın - Aşık Sefai Sensin bu gönlümün yönü mekanı Bende ar olmazdı sen olmasaydın Ak nergisler sana aksın dağlarda Balda sır olmazdı sen olmasaydın Dağlardaki güneş doğmaz aleme Buluttaki yağmur yağmaz aleme Gönlümdeki güzel sığmaz aleme Dünya dar olmazdı sen olmasaydın Suru sırdan derler suyuma benim El eyleyen çıkar toyuma benim Elde güzel çokmuş neyime benim Gözüm kör olmazdı sen olmasaydın Kuşlar yuvasından uçar mıydı ki Bulutlar yağmurdan kaçar mıydı ki Yaylada çiçekler açar mıydı ki Dağlar kar olmazdı sen olmasaydın Dostlarım el oldu senin uğruna Gözlerim sel oldu senin uğruna Sefai'yim del oldu senin uğruna Gurbet zor olmazdı sen olmasaydın