İçine işlemiş yalnızlığın neşesiyle baktı tanrı sesimin son harfine. Soğuk bir bira daha ısmarladım kalbimin rengine. On sekizlik esrarın soluğuyla oyalanırken çok bilmiş adamlar, peygamberler kendilerini tatmin ediyordu sevap vadisinde. Güldüm fotoğrafımın güzel çıkacağını düşünen er suretlere. Yıkıntı bir aşktan ötekine giderken renklere tutkun bir kadın gibi davranıyordum; canım yanmaz sanıyordum can yakarsam. Oysa her seferinde vurulan ben oluyordum otuz altılık demir sözlerle. Ötesini berisini açmaktan utanmayan edepsiz bir ses konaklıyordu yaralarımın sade şeklinde. Umursamaz bir ruh, diye not düşüyordu şeytan benim için kara kaplı defterine. Zaman akıp giderken, ağlamanın ayetlerini yazıyordum ben bir bir. Kimse görmüyordu etimin yanık kokulu benzini. Yollara vurgun, kıvırcık saçlı bir serseriydi gölgem; boyum hep kısa kalıyordu gölgemden. Aylarca aynaya bakamayan bir kadındım sadece, korkuyordum gözbebeğime sinen hüzne yakın öfkeden. Jiletin bilekteki içli valsini bilecek kadar gün almıştım dünyanın ayarsız takviminden. Kimsenin sözlerini çalmamıştım ve deli gibi âşık olduğum adamın koynunda uykuya hiç dalmamıştım. Şehvetimin kılcal damarlarına dolanan er suretleri ancak hayatımdan çıktıktan sonra sevebilmiştim. Yaralıydım, hayat konusunda topyekün zararlıydım. Asil bir naiflik çökmüştü saçlarımın renk değiştiren bakışlarına. İncelikli şarkıları katık etmiştim ihanetlerime. Aldattığım kadar aldandım belki de hayatın kutsal yeminlerine. Gereksiz suskunluklar korosunun konserlerine davet edilmiştim sarhoş bir masanın arda kalan ıssızlığında. Yersizliğin sızısı işlerken yatak örtümün kenarlarını ben haylaz gülüşler ısmarlamıştım kentin hikâye anlatıcılarına. Kitapların eşsiz kokusuyla uyutmuştum çocukluğumu. Çocuktum, buzdan duvarlara sırtımı yaslayıp hasta olmayı dilerdim. Uzaklardaki babam beni kurtarmaya gelirdi mutlaka; hiç yanılmadım bu konuda. Babasına âşık kız çocukları için felaketti kahramanlarının hastalanması; bu yüzden en çok tanrıyı reddettim mısralarımda. Terk ettiğim adamların yeni sevgililerine acıdım bir miktar, yine de güçlüyü oynadım sokak lisanında. Kaybettiğim soluğumun izini sürdüm ventolin kokulu hastane odalarında. Yalanların kana susamış mevsiminden yara almadan geçtim demek ki ben yetenekli bir katildim. Katledildim duvara vuran fotoğrafımın siyahı tarafından. Hançerli türkülerle karşıladım kabuslarımı. Karanlıktan korktuğumu aşikar etmedim içki âlemlerinin ağır abilerine. Gözlerime sinen yalnızlığın kederliyle baş edecek kadar yaşlı sandım ruhumu. Kurnaz bir hikâyeciyi oynadım Olric’in bekarlığa veda partisinde. Hayran kaldı gören, sesimin alaca boz şiirlerine. Çetrefilli sokaklardan küfre yatkın avuçlarımı yakarak geçtim. Geçtim rüzgârın aksamı-ı sebadaki yerinden. Üşüdüm iki kişilik mevsimlerde; yağmura tutuldum gece vakti. Velhasılı kelam çok yara aldım. Yine de canım yanmamış gibi davrandım. İnandılar yüzümün kaltak şehrine. Pusulasız haritalar çizdim. Sona gelene kadar hüzünlü incelikleri evlat edindim… Evhamlı bir masal anlatıcısıydım sadece, hayatın sırrını bildiğime inandırdım tüm şairleri ki şairler kızıl bir yağmur eşliğinde tavaf ettiler tenimin kırk defa yalanlanmış resmini.