Emin Çölaşan Suriye Macerasını Yazdı...

Konu, 'Türkiye'den Haberler' kısmında engunaydin tarafından paylaşıldı.

  1. engunaydin
    Offline

    engunaydin Banlı Üye

    Kayıt:
    3 Mayıs 2009
    Mesajlar:
    789
    Beğenilen Mesajlar:
    1
    Şehir:
    İzmir
    SEVGİLİ okuyucularım, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri ne badireler atlattı, ne olaylar yaşadı. Ama devletin başında olanlar, devleti yönetenler, asla bir maceraya girmedi.

    İstiklal Harbini kazanıp Yunan ordusunu İzmir’de denize dökmüştük. Birileri bağırıyordu:
    “Fırsattan yararlanalım, Selanik’e yürüyüp ele geçirelim.”
    Atatürk maceraya girecek adam değildi. Bu önerileri elinin tersiyle itti.
    Savaşı kazanmıştık Petrol kenti Musul, Misak-ı Milli sınırları içinde kalıyordu. Gerçi petrolün önemi o zaman çok fazla bilinmiyordu ama yine de Musul için çok çaba harcadık. Konu Lozan’da uzun uzun görüşüldü. Karşımızdaki emperyalist İngiltere, Musul’u Türkiye’ye vermeye razı değildi.
    Uzun görüşmeler sonrasında bu konuda Lozan’da bir anlaşmaya varılamadı ve karar o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti olan (bugünkü Birleşmiş Milletlere) bırakıldı. İngiltere bastırdı, çıkan karar aleyhimize oldu. Musul’u bize vermediler.
    Bütün bu süreç içerisinde Atatürk’e çok baskı yapıldı:
    “Paşam, girelim Irak’a ve Musul’u alalım.”

    Atatürk bunları da elinin tersiyle itti… Çünkü savaştan yeni çıkmış, savaşı kazanmış, ama güçsüz bir ülke idik. Bütün olanaklarımızı tüketmiştik.
    O büyük devlet adamı, bu konuda bastıranlara hep aynı şeyi söyledi:
    “Orada karşımıza İngiliz ordusu çıkacak. Sonucu bilinmeyen bir maceraya giremeyiz.”


    Çünkü işin içinde savaşı kaybetmek, rezil olmak, başka bir deyişle karizmayı çizdirmek de vardı.


    1938 yılında ise Hatay’ı savaşmadan, hiçbir maceraya girmeden almayı başardı.


    ***


    Yıl 1939 İkinci Dünya Savaşı olanca hızıyla devam ediyor. Bir tarafta İngiltere-Fransa-Rusya, ABD…
    Öbür tarafta Nazi Almanyası, Mussolini İtalyası, Japonya var. Kan gövdeyi götürüyor.


    Türkiye tarafsızlığını ilan etmiş durumda.


    İki taraf da Türk hükümetine ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bastırıyor:
    “Bizim safımızda savaşa girin, kazandıktan sonra size yeni topraklar verelim, yeni olanaklar sağlayalım!
    Yıllar süren bu baskı ortamını düşünün! Bu ülkelerin başında Hitler, Mussolini, Stalin gibi eli kanlı diktatörler var.

    İsmet Paşa savaşa girmekten ısrarla kaçındı.

    Aynen Atatürk gibi, ülkemizi sonu bilinmeyen bir kumara feda etmek istemedi. Süreci bir sürü politik manevra ile iki tarafı da idare ederek yönetti. Ekmek kuponla verilirdi, binbir sıkıntı yaşandı ama o kanlı savaşta ülkemize tek bir mermi düşmedi, bir tek insanımızı yitirmedik.


    Yeterince güçlü bir ülke değildik. Savaş bizim sonumu olabilirdi… Ve Türkiye’yi savaşa sokmamayı başardı.

    Atatürk ve İnönü, savaştan çıkmış adamlardı. Savaşın ne olduğunu en iyi bilen onlardı.


    Hiçbir zaman macera peşinde koşmadılar. Şimdiki yeni yetmelere hiç benzemezlerdi.


    ***


    Şimdi uzun yılları atlayalım ve gelelim günümüze! Başımızda Tayyip diye biri var. Her şey onun elinde. Buna yargı ve Türk Ordusu dâhil. Bir baktık, fırsat bulmuş ve İsrail’e posta koyuyor. Bu yolla Yahudi düşmanlığı yapıp Türkiye’deki Müslüman kitlelerden oy devşirmeye soyunuyor.
    Mavi Marmara gemisini adamlarıyla doldurup İsrail’e doğru yola çıkarıyor, dokuz insanımızın orada İsrail komandoları tarafından öldürülmesine neden oluyor.


    Sonra ABD, Tayyip’in kulağına fısıldıyor:
    “İsrail bizim müttefikimizdir, sakın onunla uğraşma!”
    Şimdi biraz yakın geçmişe dönüp bakalım. Kulağı böyle çekildikten sonra acaba onun ağzından “İsrail” sözcüğünü hiç duyduğunuz oldu mu?!


    Şimdi ise yeni bir düşmanımız piyasaya sürüldü!
    Suriye!


    Daha önceki gün Çin’den bağırıp çağırıyor, şunu demeye getiriyordu:
    “Bak Esad,seni fena yaparız haa!..”


    Sözleri aynen şöyleydi
    “Esad, bizi zorlama. Uluslararası hukuktan doğan haklarımızı kullanırız. Gereken adımları atacağız. Farklı olanına gitmek gibi bir adamımız olacak. Farklıdan kastım, oraya gitmektir.(Suriye’ye girmektir!)”


    Dünkü sözlerimi bir kez daha yazıyorum;

    “Nah girersin.”


    ***

    ABD ve İngiltere’nin bastırmasıyla bu kez karşısına Suriye’yi aldı, düşman ilan etti. Gerekirse Türk Ordusu’nu o ülkeye sokmaktan falan dem vurmaya başladı.


    Şimdi burada çok önemli olduğunu zannettiğim bir soru soracağım:
    Bir ülke, başka bir ülkeden düşmanlık görürse, elbette gerektiğinde savaşır. Peki, ama biz Suriye’den şu son yıllarda herhangi bir düşmanlık gördük mü? Suriye bize saldırdı mı? Bize bir kötülük yaptı mı?
    O halde nedir bu olay yaa?.. Beyfendi niye böyle hırslandı?..
    Çünkü bölgede emperyalizmin taşeronluğunu yapıyor. Direktifleri ABD’den alıyor, başka ülkelerin çıkarları doğrultusunda koskoca Türkiye’yi durup dururken maceraya atmaya kalkışıyor.
    Dünkü yazımda da belirtmiştim, Tayyip’in amacı, Alevilerden oluşan Suriye yönetimini Sünnilerin ele geçirmesi.
    İşin içinden yine şeriatçılık kokuları yükseliyor. Zannediyor ki Suriye’ye girip ABD’den aferin alırsa Ortadoğu’nun jandarmalığı kendisine verilecek ve böylece güçlenecek! Bizim bu masallara karnımız tok.
    ***
    Sevgili okuyucularım, size burada başka bir örnek daha vermek istiyorum. Suriye’de Esad rejimine karşı olan kimler ve hangi örgütler varsa, onların buluşma toplanma yeri artık İstanbul! Devletin ve milletin parasıyla İstanbul’un beş yıldızlı otellerinde düzenlenen toplantılara bu herifler çağrılıyor, güzelce ağırlanıyor.
    Türk devletinin toprakları, komşu bir ülkenin rejimine karşı düzenlenen örgütlenmenin ana karargâhı olmuş durumda.
    Son yıllarda Suriye’den bir düşmanlık görmüş olsak içim yanmaz. Ama böyle bir durum yok… Ve Tayyip, sadece ABD’nin taşeronluğunu yapmakla meşgul…
    ***
    Şimdiki Beşar Esad’ın babası Hafız Esad döneminde Suriye, Abdullah Öcalan ve örgütünü Şam’da barındırıp beslerdi. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Günün birinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Hatay’a gidip sınırdan Suriye’ye seslendi:
    “Öcalan’ı barındırmayı sürdürürseniz, Türk Ordusu gerekeni yapacaktır.”
    O çağrıyı hepimiz alkışladık,”Helal olsun” dedik. Artık hepimiz ordumuzun arkasında duruyordur… Ve Hafız Esad, Apo’yu birkaç gün sonra yurtdışına postalamak zorunda kaldı. Sonrasını biliyorsunuz. Karmaşık olaylar sonrasında,1999 yılında herifi Kenya’da teslim aldık.
    İşte, bize karşı sergilenen düşmanlık o idi ve ne yapsak haklıydık. O zaman söz konusu olan, kendi ulusal çıkarlarımızdı.
    Şimdiki dandik, düzmece, zorlama düşmanlıkla bunun uzaktan yakından ilgisi var mı?
    Şimdi ABD’nin çıkarları var çünkü Ortadoğu’da İran’la birlikte ele geçiremediği öteki ülke Suriye. Başka da yok.
    Daha birkaç ay öncesine kadar Esad’la sarmaş dolaş olan Tayyip, şimdi acaba kimin çıkarlarının peşinde dolanıyor?
    Ayıptır yahu, ayıptır.


    Bu devlet 1920 yılında kurulduktan bu yana tam 92 yıl geçmiş. Ulusal sorunumuz olan Kıbrıs Barış Harekâtı dışında, böyle bir maceraya ne zaman girmişiz?


    Türkiye Cumhuriyetini böyle bul karayı al parayı yöntemiyle oldubittiye getirmek kimin haddine düşmüş?

    Bu kafaların karşısında sonuna kadar direnmek her Türk yurttaşının ulusal görevidir.
     

Sayfayı Paylaş