D.baykal

Konu, 'Türkiye'den Haberler' kısmında alex35 tarafından paylaşıldı.

  1. alex35
    Offline

    alex35 Aktif Üye Üye

    Kayıt:
    5 Ekim 2009
    Mesajlar:
    229
    Beğenilen Mesajlar:
    0
    Şehir:
    izmir
    Adı Soyadı : Deniz Baykal
    Kurum : TBMM
    Görevi : Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı
    Doğum Tarihi : 20.7.1938
    Biyografisi:
    Türk avukat ve siyasetçi. Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı. Kafkasya göçmeni Hüseyin Hilmi Bey ile Mısır göçmeni (aslen Giritli olduğu iddia edilir) Feride Hanım'ın oğludur. 1952 yılında Antalya Atatürk Ortaokulundan, 1955 yılında Antalya Lisesi'nden mezun oldu. 1959 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne 1960 yılında asistan olarak girdi. 1963'te doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra iki yıl Rockefeller Foundation bursu ile ABD'de kaldı ve Columbia Üniversitesi ile Kaliforniya Üniversitesi nde çalışmalarını sürdürdü.

    Siyaset hayatı
    İlk yılları Siyasetle 1960'lı yıllara doğru Demokrat Parti iktidarına karşı gelişen öğrenci hareketlerine katılmakla tanışan Baykal, 14 Ekim 1973'te yapılan genel seçimlerde 185 milletvekili kazanarak birinci olan Cumhuriyet Halk Partisi'nden Antalya milletvekili seçildi.

    Seçimlerden sonra 1974'te Bülent Ecevit başbakanlığında kurulan CHP-MSP koalisyon hükümetinden Maliye Bakanı oldu. 1978'de kurulan 3.Ecevit hükümetinde ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yaptı. Deniz Baykal bu dönemde CHP parti meclisi ve merkez yürütme kurulu, genel sekreter yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1979 Ekim ara seçimlerinden sonra toplanan olağanüstü CHP kurultayında parti yönetimini ağır bir şekilde eleştirdi. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra bir süre Ankara'da Ordu Dil Okulu'nda gözetim altında tutuldu.

    1982 Anayasası'nın 5 yıl süreyle siyasi yasağı getirdiği politikacılar arasında yer aldı. 1983 yılında siyasal partilerin kurulmasına izin verilmesinden sonra "yasaklı olmalarına rağmen faaliyetlerini sürdürdüğü" gerekçesiyle bir grup önde gelen CHP'li ve AP'li politikacıyla birlikte Çanakkale Zincirbozan Askeri Tesisleri'nde 2. kez gözetim altına alındı. Eylül 1987'deki genel seçimlerde SHP'den Antalya milletvekili seçildi SHP'de önce grup başkanvekilliği ardında da genel sekreterlik görevlerinde bulunan Baykal, Haziran 1988'de göreve başladığı genel sekreterlikten 10 Eylül 1990'da istifa etti. SHP'de bu dönemden başlayarak olağan ve olağanüstü kurultaylarda Genel Başkan Erdal İnönü'nün üç defa karşısına çıktı ancak başarılı olmadı. Genel Sekreterlikten istifasından sonra SHP parti içi muhalefetinin önderi oldu.

    Deniz Baykal, Antalya milletvekili olarak Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlementolararası Komitesi eşbaşkanlığını yürüttü. Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi üyeliğine seçildi. TBMM Dışişleri Komisyon üyeliğinde bulundu. Temmuz 1992'de kapatılan siyasi partilerin açılmasına izin veren yasanın sağladığı imkânla 9 Eylül 1992 tarihinde toplanan CHP Kurultayında Genel Başkanlığa seçildi.Atatürk ve İsmet İnönü'den sonra Deniz Baykal da tıpkı onlar gibi 54 yaşında genel başkan oldu.


    Koalisyon dönemi
    Bülent Ecevit, Deniz Baykal ile1994 yerel seçimlerine üç parça halinde (SHP, DSP, CHP) katılan sol partiler birleşme arayışlarına başladılar. DSP baştan olumsuz yanıt verdi. SHP bu karara olumlu yaklaştı. SHP ve CHP 18 Şubat 1995'te toplanan kurultayda birleşti. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bu kurultayda genel başkanlığa aday olmadı. 9 Eylül 1995 tarihinde birleşmeden sonra yapılan CHP Olağan Kurultayında genel başkanlığa seçildi. 30 Ekim 1995 tarihinde kurulan DYP-CHP koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerini üslendi. Deniz Baykal, bir tek şartla kerhen bu koalisyonu kurdu, o da hemen erken seçim olması idi. Türkiye 24 Aralık 1995'te erken seçimlere gitti.

    24 Aralık 1995 milletvekili genel seçimlerinde yeniden Antalya milletvekili oldu. Seçimleri takiben 53. Hükümetin (ANAP-DYP koalisyonu) kurulmasıyla Dışişleri Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerinden ayrıldı. 23 Mayıs 1998 tarihinde yapılan Cumhuriyet Halk Partisi 27.Olağan Kurultayında genel başkanlığa 3. kez seçildi. 18 Nisan 1999 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi ve Deniz Baykal ilk kez seçim sonuçlarıyla parlemento dışında kaldılar. 22 Nisan 1999 tarihinde alınan seçim sonuçları nedeniyle istifa eden Baykal, 30 Eylül 2000 tarihinde Ankara'da toplanan Cumhuriyet Halk Partisi 11. Olağanüstü Kurultayında yeniden seçilerek üçüncü kez CHP Genel Başkanı oldu.

    Anamuhalefet partisi lideri 3 Kasım 2002 seçimlerinde CHP %19.4 oyla 177 milletvekili kazanarak TBMM'ye girdi. Deniz Baykal Antalya milletvekili seçilmişti. Baykal, 22.Dönem TBMM'de anamuhalefet partisi genel başkanı olarak görev yaptı. 2003 Ekim ayında 30.Kurultayda tekrar genel başkanlığa seçildi. 2004 Temmuz ayında muhaliflerden Mustafa Sarıgül'e karşı olağanüstü kurultayda güvenoyu aldı.

    29 Ocak 2005'te yapılan CHP Olağanüstü Kurultayı'nda, rakibi Mustafa Sarıgül'ü yenerek genel başkanlık görevine devam etti. 19-20 Kasım'da toplanan 31.Olağan Kurultayda 1158 oyun tamamını alarak tekrar genel başkanlığa seçildi. 2007 seçimlerinden önce CHP'nin de içinde bulunuduğu sol ittifakı, 22 Temmuz 2007'de yapılan Genel Seçimleri'nde %20,8 oy aldı. Deniz Baykal 26 Nisan 2008'de yapılan CHP 32. Olağan Kurultayı'nda 1231 delegeden 1021'inin oyunu alarak tekrar genel başkan seçildi.
     
  2. harami44
    Offline

    harami44 Kıdemli Üye Üye

    Kayıt:
    25 Mayıs 2009
    Mesajlar:
    272
    Beğenilen Mesajlar:
    0
    Şehir:
    malatya
    bu gün CHP genel başkanlığından istifa etti
     
  3. urunguahmet
    Offline

    urunguahmet Süper Üye Üye

    Kayıt:
    1 Mayıs 2009
    Mesajlar:
    600
    Beğenilen Mesajlar:
    0
    Şehir:
    hatay
    türkiye neyi trtışıyordu ne oldu?çok ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken bir durum?
     
  4. engunaydin
    Offline

    engunaydin Banlı Üye

    Kayıt:
    3 Mayıs 2009
    Mesajlar:
    789
    Beğenilen Mesajlar:
    1
    Şehir:
    İzmir
    Şerefsiz bir saldırı ile.

    Yargı, ordu, meclis derken muhalefet de bitti. Hayırlı uğurlu olsun.

    Forumda yeni bir kural var; siyasi konulara girmek yasak... Bu kural derhal kalkabilir; kalkmasında hiç bir sıkıntı olmaz. Tek partili, tek görüşlü yeni Türkiye'de zaten siyasi rekabet mümkün olmayacağından kimsenin anlamsız siyasi parti tartışmalarına gireceğini sanmam.

    Artık Türkiye diktatörlük çıkmaz sokağına girmiştir. Hani geç olmadan bir şey yapın bile demeye tenezzül edecek bir durum yok çünkü artık geç oldu bile...

    Cümleten geçmiş olsun.

    Ergenekon diye bir davada AKP hakkında sadece plan yaptıkları iddiası ile insanlar yargılanıyor. Aynı güçlü(!) istihbaratın olduğu ülkede ana muhalefet liderini devirmek için plan değil eylemler yapılıyor ve bir tek şüpheli bile resmen yok her nedense. Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az...

    Türkiye'de Darbe planı son aşamaya geçmiştir. Demokratik sistemi ve hukuk devletini yıkıp yerine bir dikta rejimi inşa etmek isteyen karanlık iç ve dış güçler amaçlarına ulaşmıştır.

    İslami diktatörlüklerin - tek adam rejimlerinin ortak özelliği (bkn. Suudi Arabistan) Amerika'ya köpek olmalarıdır. Amerika köpek sahibi olmayı şüphesiz arzu etmektedir. AB de verdiği sözleri tutmamak için bundan daha birlikten dışlanmaya reva bir durum bulamaz.

    Avrupa'nın kapısında ve ABD'ye köpek bir ulusun evlatları olmayı kendinize yedirirsiniz ya da yediremezsiniz ben bilemem ama şimdiden tezi yok bu utanç ile yaşamaya alışın.... Bazıları için kolay olacaktır; bu utançla yaşama yoluna hizmet ettiler; onlar için gram üzülmem de gümbür gümbür gelen bu artık çıkmaz sokağa girilen dönülmez günler gelmeden debelenen, anlarlarmış gibi bazılarına yanlışları göstermeye çalışan insanlar için üzülürüm; zor kabullenecekler bu yeni durumu ama öyle ya da böyle kabullenecekler... Gün herkes için bitmiştir artık; Türkiye için artık sadece zifiri karanlık vardır.

    Baykal'ın istifaya götürülme şekli de çok manidardır; herkesin ayıplayacağı bir utançla, trajedi ile sonlanmıştır siyasi hayatı.

    Baykal'ın uçkuru ile son darbe vurulmuştur.

    Geçmiş olsun herkese.... (Hala farkında olmayanlara da...)
     
  5. urunguahmet
    Offline

    urunguahmet Süper Üye Üye

    Kayıt:
    1 Mayıs 2009
    Mesajlar:
    600
    Beğenilen Mesajlar:
    0
    Şehir:
    hatay
    (İran’a şeriat nasıl gelmişti ?
    Soner Yalçın, İran’daki İslam devrimi öncesi ve sonrası günleri yazdı.. 23 Eylül 2007 16:08

    AKP"nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye"nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye"nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran"ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran"ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.

    MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

    Şah"ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

    Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

    Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

    Şah"ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

    Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

    ÜZERİNDE DURMADIK

    Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran"ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran"da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

    Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

    Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

    Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

    Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

    Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

    Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

    "Müslüman kadınların yanında ******ların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

    Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

    Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

    Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

    GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

    Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

    Şiraz"da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve ****** olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran"da da gerçekleşiyor, üç ****** ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

    Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

    Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

    Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

    Kızların evlenme yaşı 18"den 13"e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

    Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

    Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

    Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

    Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

    REFERANDUM OYUNU

    Üç ay önce Humeyni, Paris"te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

    Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

    Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

    Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti"ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

    Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65"inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

    Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam"a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

    Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

    Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

    Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

    Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

    HALKI ANLAYAMADIK

    Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

    Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi"ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi"ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

    Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

    Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

    Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

    Örtünmek moda oldu!

    Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

    Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

    Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

    Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

    Kaçanlardan biri de bendim.

    Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

    (Not: Bu metin, Bahman Nirumand"ın "İran" kitabından derlenmiştir.)

    Türkiye"nin İran benzerliği çok şaşırtıcıKaynakwh:

    Gizlenmiş İçerikGörmek İçin Foruma Giriş Yapınız. !



    ÖNCE bir tespit yapalım:

    Diyorlar ki, "Türkiye, İran"a benzemez!"

    Yanılıyorlar.

    Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

    19. yüzyılda İngiltere"nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

    İki ülke de tarım ülkesiydi.

    20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

    Her iki ülke 1920"lerde yeni liderleriyle yönetildi:

    İran"da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

    Türkiye"nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk"tü.

    Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar.

    Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

    İran 1940"ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

    İran"da 1951"de, Türkiye"de 1960"ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

    İran"da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

    CIA, İran"daki darbeci Musaddık"ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi"yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

    Türkiye, 1961"de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

    1960"lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

    Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

    Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

    Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

    YEŞİL KUŞAK PROJESİ

    Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970"li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

    Sovyetler Birliği, Afganistan"a girmişti.

    ABD"nin kontrolündeki Şah, İran"ı terk etmişti. Türkiye"de büyük bir sol dalga vardı.

    Soğuk Savaş döneminde siz ABD"nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

    İran"da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

    Türkiye"de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

    ABD, Şah"tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran"da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

    Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

    ABD, Sovyetler Birliği"ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

    Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

    Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti"ne izin vermeyeceğim" diyordu.

    Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar"ı destekliyordu.

    Bahtiyar, ABD ve İngiltere"ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

    Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

    Sonunda Humeyni, Tahran"a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan"ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.Kaynakwh:

    Gizlenmiş İçerikGörmek İçin Foruma Giriş Yapınız. !



    Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

    Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

    Askerler bu kez Beni Sadr"ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

    Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

    DESTEK ESNAFTAN

    İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963"te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye"ye sürgüne gönderilmişti.

    Durum aslında bizim Nakşibendiler"e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse...

    Türkiye"deki İslami hareketler ile İran"daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

    Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

    Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

    Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

    Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

    Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran"a benziyor mu?

    Hürriyet / Pazar
    Soner YALÇIN
    iki damla yaş aksın.
    “Bu memleket dünyanın beklemediği asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en aşağı yedi bin senelik Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı.
     
  6. evangelis
    Offline

    evangelis Aktif Üye Üye

    Kayıt:
    12 Kasım 2007
    Mesajlar:
    221
    Beğenilen Mesajlar:
    0
    Şehir:
    ısparta
  7. fuathoca
    Offline

    fuathoca Yeni Üye Üye

    Kayıt:
    12 Nisan 2010
    Mesajlar:
    30
    Beğenilen Mesajlar:
    0
    Şehir:
    uşak
    engunaydın arkadaş bu kadar karamsar olmayalım.dediklerine katılmamla birlikte her şeyin bittiğine inanmıyorum.bu güzel ülkemde yapacağımız çok şeyler var.bu da damarlarımızdaki asil kanda mevcut.
     
  8. fuathoca
    Offline

    fuathoca Yeni Üye Üye

    Kayıt:
    12 Nisan 2010
    Mesajlar:
    30
    Beğenilen Mesajlar:
    0
    Şehir:
    uşak
    urunguahmet^e yazı için ben de teşekür edüyorum.
     
  9. bluviaggiatore
    Offline

    bluviaggiatore Kıdemli Üye Üye

    Kayıt:
    1 Nisan 2010
    Mesajlar:
    493
    Beğenilen Mesajlar:
    2
    Şehir:
    bagdat
    Benzerlik çoook şaşırtıcı ama sonumuz benzemesin ..
     

Sayfayı Paylaş