İzmir'deki Alsancak Garı ile Konak Meydanı kıyısında bulunan gümrük deposunun birbirine bağlanılması düşünüldüğünde yıl 1870 idi. O dönemin en gözde ulaşım ağları olan deniz ve demiryolu taşımacılığının İzmir'deki buluşmasını sağlayacak projeleri hazırlarken, hak ettiği ünü henüz yakalamış değildir. Tasarımını içine tren girecek şekilde çizdiği gümrük deposunun çelik kirişlerini, askı ve kolonlarını Fransa'da hazırlatarak yola koyulur... Deniz kıyısında kurulan gümrük deposunun çatısı yedi bin metrekare tutmaktadır. Bina tamamlandığında çatıya konan kuşlara bakarak "Şimdilik denize doğru uzatıyorum hesaplarımı, ama bir gün gökyüzüne çıkıp sizin maviliğinize de konuk olacağım" diye düşünmüş müdür, bilemem; ancak, gümrük deposunun rıhtımında kullanılan mermerlerin Efes'ten getirildiğini fısıldayabilirim kulağınıza. O ki, İzmir'de başladık yazımıza, Soğukkuyu Tramvay Caddesi'nde bulunan 118 numaralı evdeki çocuğun yanına uğramamazlık etmeyelim. Bakın, daha yolun başındayken bir uyarıda bulunayım, kapıyı çalıp içeri girince, çocuğu odalarda aramayın boş yere. Çünkü, evin önünden geçen cadde mezarlıkta bitmektedir ve bugün bir cenaze alayı camiinin avlusundan mezarlığa doğru yavaş yavaş ilerlemektedir. Cenaze arabası mı?.. Hayır, cenazelerin arabayla taşınmadığı yıllardayız. Tabuttan çok korkan çocuğu bodrum katındaki odalarda bulabiliriz. Zavallı, evlerinin önünden her cenaze geçişinde burada alır soluğu. Ayak seslerimizden ürkmemesi için seslenelim: "Salah Birsel... Biz geldiiik!.." Tabutu en güzel anlatan şiiri yazmış olan Ömer Hayyam'ı okuduktan sonra, bir başka yazarımızın, Çetin Altan'ın tabut ile tanıştığı çocukluk anısına tanık olalım: Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz Kuklacı felek usta, kuklalarda biz. Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer, Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz. Çetin Altan şöyle anımsar gördüğü ilk tabutu: "Edirne'de evimizin karşısında bir cenaze için getirilen bir tabutla teneşir görmüştüm. Onların ne olduğunu sormuştum. Beni pencereden çekip başka yere götürmüşler ve o sıralarda Edirne'ye gelmiş bir avcı uçağını babamla seyretmeye gittikten sonra, aklımı uçağa pek takmış olduğumdan, sopaları az buçuk kanada benzeyen tabut için: - Küçük bir tayyare, demişlerdi. Evin karşısına gelen tayyareyi görmek için direnince de: - Gelip hemen gitti, diye, pencereden cenaze hazırlıklarını görmemi engellemişlerdi." Mustafa Kemal Atatürk'ün, Dolmabahçe Sarayı'nın alt salonundaki katafalka konmuş bayrağa sarılı tabutun önünden geçen çocuklardan biri de Çetin Altan'dır: "Tabutun her iki yanında da generaller nöbet tutuyordu. Bu kez yüzde yüz Gazi için doldu gözlerim. İlk gördüğüm, sonra da ders hocalarından dinlediğim, sınıflarda, kitaplarda her yerde resimleriyle karşılaştığım, herkesten büyük olan adam oydu ve şimdi o, tabutun içinde cansız yatıyordu." Savaş alanında kullanılan ilk uçaklar, bir cepheden diğer cepheye karadan taşınarak gönderilmekteydiler. Günler ve hatta haftalar süren bu taşıma işlemi sırasında uçağın hasar almaması neredeyse mucizedir. İşte, bu zorlukların yaşanıldığı 1917 yılının 21 Mart günü, Diyarbakır'ın 2. Ordu Komutanlığı'ndan, Başkomutanlık vekaletine 3817 no'lu bir şifre ulaşır: "Uzun bir yolu takip ederek kara vasıtalarıyla gelen uçaklardan orduda gerektiği şekilde istifade edilemediğini daha önce edinilen tecrübeler ortaya çıkarmıştır. Bu durum, ordu nezdindeki uçak bölük komutanı tarafından da defalarca ifade edilmiştir. 16 Mart 1917 tarihli emirleriniz ile gönderileceği bildirile uçağın karadan değil, uçarak Ulukışla-Maraş-Malatya üzerinden Elazığ'a getirilmesi için ilgililere emir buyurulması. Malatya'da bir uçuş meydanı vardır. Maraş'ta da meydanın hazırlanması için Mart'ın başında İstanbul'dan hareket eden Teğmen İlmer'in Halep'e gelerek orada, ordu uçak bölük komutanı Westfal'den talimat alması için tebligat ve bu konuda emirlerinizi arz ederim." Mesajın altında "Mustafa Kemal" imzası vardır. Atatürk'ün yazdığı bu mesaj Anadolu üzerindeki uzun uçuş rotalarını ilklerinden olsa gerek. Havacılığa verdiği önemi "İstikbal göklerdedir" sözüyle ölümsüz kılan Atatürk'ün emriyle, 20 Mayıs 1933'de, dünyanın ilk sivil havacılık şirketlerinden biri olan "Devlet Hava Yolları" kuruldu. Bugünkü adı "Türk Hava Yolları" olan şirket iki Junkers, iki King-Bird ve bir de AT-9 tipi beş uçakla hizmete başlar. Bu beş uçağın toplam koltuk kapasitesi ise yirmi sekizdir. Halkın uçaklara binmeye yanaşmaması üzerine Atatürk, Pazar günleri ucuz fiyatlarla Ankara üzerinde gezi turları düzenlenmesini ister. Bütün amacı, uçağa binmenin korkulacak bir şey olmadığına herkesin inanmasıdır. Atatürk'ün uçakları sevdirme çabasına katılanlardan biri de Orhan Karaveli'dir. Ablası, ağabeyi ve babasıyla birlikte bu uçuşlara katılan Karaveli'nin yirmi beş dakika süren gökyüzü serüvenini "Bir Ankara Ailesinin Öyküsü" adlı kitabından öğreniriz: "Keçiören'in Çoraklı mevkiinden bağ komşumuz Remzi ağabeyin pırıl pırıl 'T Ford' taksisine kurulup Etimesgut Hava Meydanı’nın yolunu tutuyoruz. Her ikisi de burundan tek motorlu bir Junker F-13 ve bir AT-9 adam başı 2,5 lira ödeyip kuyruğa giren Ankaralıları kent üzerinde bir tur attırıp geri getiriyor. Kalkışla iniş arası 25 dakika. Bize AT-9 rastlıyor. Gövde üstünde tek kanat. Yanlarda pilotunki hariç 4'er pencere. İki yanda tek kişilik 5'er koltuk. Kapasitemiz, uçuş ekibiyle birlikte 12 kişi. Tozlu pistte bir süre gittikten sonra tekerlerin yerden kesildiğini hissediyoruz. Uçakta bizden başka iki aile daha var ama onlar çocuksuz. Bizim ve özellikle benim sorularım motor seslerine karışarak yolculuk boyunca devam ediyor: - Baba şu aşağıdaki kibrit kutuları ne? - Onlar istasyondaki trenler oğlum. - Şu sivri kalemler ne? - Onlar minare oğlum..." Uçağı sevdirmek isteyen Atatürk'ün tüm gezileri deniz ve kara yoluyla yapmış olması nasıl açılanabilir? Neden uçağa bindiğine dair hiçbir kayıt yoktur? Kendisini bir vapurun güvertesinde, otomobilde, tren penceresinde ve hatta traktörün üstünde gösteren fotoğraflar vardır da, neden bir uçağın yanında çekilmiş fotoğrafı yoktur? Bu soruların yanıtı, Eyfel'in, İzmir'deki gümrük deposuyla denize doğru yatay olarak attığı imzasını, kendi adını taşıyan kuleyle dikey olarak gökyüzüne attığı Paris'tedir!.. Mustafa Kemal 1910 yılında, Ali Rıza Paşa ile birlikte Picardie manevralarını izlemek üzere Paris'e gelir. Manevralar sonunda, uçuşa katılan uçaklara yabancı subaylardan isteyenlerin binebileceği duyurulur. Mustafa Kemal, gönüllü olarak öne çıkmıştı ki, Ali Rıza Paşa bileğini tutarak vazgeçmesini ister. O gün, uçağa bir başkası biner Mustafa Kemal'in yerine. Havalanan uçak nazlı nazlı bir tur atar bulutların arasında... Ama aniden hızla yükseklik kaybetmeye başlayan uçak yere çakılır ve bir tabuta dönüşür! Atatürk'ün uçağa binmemesinin nedeni, gözleri önünde yaşanan bu korkunç kaza olsa gerek. Kimbilir kaç kere, uçağa binmeye kara verip, Ali Rıza Paşa'nın elini bileğinde hissederek vazgeçmiştir!? Sunay Akın