Âşık Veysel'in Şiir Dünyası

Konu, 'Şiir Cafe' kısmında alpus tarafından paylaşıldı.

  1. alpus
    Offline

    alpus Süper Üye Üye

    Kayıt:
    11 Eylül 2008
    Mesajlar:
    1.034
    Beğenilen Mesajlar:
    1
    Şehir:
    BURSA-Gemlik
    Âşık Veysel'in Şiir Dünyası

    Gözleri görmeyen ozan sevgilisini görüyormuş gibi betimler: "Salınıp giderken boyunu gördüm / Selvi miydi fidan mıydı boy muydu / Eğmiş kaşlarının yayını gördüm / Kılıç mıydı gamze miydi yay mıydı"

    Gözleri görmeyen ozan canlı ve cansız varlıkları görüyormuş gibi renkleriyle betimler: "Kavlettim yar ile ahdım var idi / Birlikte dermeye mor çiçekleri", "Al yeşil giyinmiş dağlara bir bak / Besleyip büyütür yer çiçekleri", "Bülbül figan eyler kırmızı güle", "Lale sümbül, mor menevşe gül yarım", "Bir eşim var kızıl sarı / Gubartır gezer saçları", "Boz bulanık bir sel oldum yürüdüm", "Saz çalarlar sarı telden".

    O, görmediği halde varlıklar devinim içindedir: "Karlar erir akar gider lodostan / Çırpınıp saçların yolan elveda", "Gider yolda üğrünerek / Cilveli, nazlı gülerek".

    Gözleri görmeyen Âşık Veysel, görmediği dünyanın gizlerini merak eder: "Dalgın dalgın seyreyledim alemi / İrenkler ne çiçekler ne koku ne / Bir arama yaptım kendi kafamı / Görünen ne gösteren ne görgü ne / Çeşitli irenkler türlü görüşler / Hayâl mıdır rüya mıdır bu işler / Tatlı muhabbetler güzel sevişler / Güzellik ne sevgi nedir sevda ne / Göz ile görülmez duyulan sesler / Nerden uyanıyor bizdeki hisler / Şekilsiz gölgesiz canlar nefesler / Duyulan ne duyuran ne duygu ne"

    Bu dizeler, yalnız tasavvuf felsefesini değil gözleri görmeyen bir ozanın dünya karşısındaki şaşkınlığını ve merakını da dile getirir. En önemli duyudan, görme duyusundan yoksun, karanlıkta yaşayan adam, dehşet içinde kendi kendine soruyor: ",İrenkler ne? Çiçekler ne? Koku ne? Görünen ne? Güzellik ne? Sevgi nedir? Sevda ne? Duyulan ne? Duyuran ne? Duygu ne?

    İçinde yaşadığımız dünyayı beş duyumuzla kavrarız. Görür: varlıkların biçimlerini, boyutlarını, renklerini ve devinimlerini; dokunur: sertliğini yumuşaklığını; koklar: Kokusunu; tadar: Acılığını tatlılığını, ekşiliğini; işitir: sesini algılarız. Bu duyular işbirliği içinde çalışırlar ve kavramları bu işbirliği sayesinde oluştururuz.

    Beş duyudan biri eksikse, ya da bir kör dünyayı nasıl algılar? Bu sorunun yanıtını bulmak için çok uzun yıllar önce Ankara'daki Körler Okulu'nda araştırmalar yaptım. Doğuştan kör olan bir kimse canlı, cansız varlıkları hiç görmediği için boyutları, renkleri, devinimi de hiç bilmiyor, belleğinde canlandıramıyor. Küçük yaşta kör olanlara gelince, eski izlenimleri bir süre bilinç altında ve bilinç üstünde varlığını koruyor, sonra silinip gidiyor. Artık onlar için biçim, boyut, renk ve devinim yoktur. Canlı, cansız bütün varlıklar karanlık içinden gelen, boşluktan gelen bir sestir ve biçimden yoksundur.

    Âşık Veysel yedi yaşında geçirdiği bir çiçek sayrılığı sonunda gözlerini yitirdi. Her ne denli Ankara Televizyonunda yaptığım bir söyleşi sırasında bana "Kafa kağıdımdaki möhürden kırmızıyı, satmak için bubamların ormanda yaptığı kömürden karayı biliyorum" dediyse de ozan Âşık Veysel'in belleğinden biçim, boyut, renk ve devinim silinir. Her şey boşlukta gelen bir ses olunca artık kişi düş bile göremez. Ozan "Şekilsiz, gölgesiz canlar nefesler" derken, "Hayâl bilmez ürüyasız / Hayran oldum o dallara" derken bilerek ya da bilmeyerek bu gerçeği dile getirir.

    Âşık Veysel'deki bu eksik görme duyusunun yerini hangi duyu doldurur? Yanıtlayalım: İşitme duyusu. Ozanın ilk karısı Esma kendisiyle 1970 haziranında, Sivralan'da yaptığım söyleşide şöyle demişti: "yılanı deliğinden çıkarır, soluğundan bulur seni, soluğundan" Şatıroğlu Çifteler Köy Enstitüsü'nde müzik öğretmeni. Aynı enstitüdeki Raşit Toygan adlı, uzun boylu, neşeli, şakacı zenaat öğretmeni, Âşık'tan kendisini anlatan bir şiir yazmasını ister. Âşık, şiiri yazar ve şu dizelerle bitirir: "Yontulmadık odun gibi / Uzatmışsın boy Raşit" Raşit merak edip sorar: Gözün görmüyor be Aşık, boyumun uzunluğunu nereden bildin?" Veysel açıklar: "Konuşurken sesin yukardan geliyordu".

    Şiirlerinden ayrıca örnekler vermeye gerek duymuyorum. Âşık Veysel'in şiir dünyasını yaratan işitme duyusu ve belleği'dir.

    İşiterek Algılanan Bir Dünya:

    Dünyaya kişinin bakışı ve dünyadan kişinin algıları daha çok audiovisuel'dir, yani işitme ve görmeye dayalıdır. Görme duyusundan yoksun kalan Veysel'in doğal yapısı demek ki işitme duyusunu güçlendirerek bu eksikliği gidermeye çalışır. Ve Âşık Veysel de kulaktan duyarak öğrenmeye dayalı bir şiir dünyası geliştirir.
    İşitme'den kaynaklanan bu dünyayı hangi ortam oluşturmuş?

    1) Köy ve tarım yaşamı
    2) Tekkeler ve tasavvuf
    3) Emlek ozanları ve çevre ozanları
    4) Gezgin ozanlık
    5) Köy Enstitüleri
    6) Aydın çevre.

    Köy ve Tarım Yaşamı:

    Âşık Veysel'in doğduğu ve ilk gençlik yıllarını yaşadığı elli evlik, eski adıyla Söbalan, günümüzdeki adıyla Sivralan'da Şatıroğulları çiftçilik ve hayvancılıkla geçinirlermiş. Veysel'in babası Karacaahmet'in Gadölen, Yazıyurt, Mescit Arnacı ve Kızılova'da tarlaları, birkaç baş sığırları, davarları ve dere yatağında bostanları var. Küçük Veysel çift sürülürken tarlalardaki taşları, bostan çapalanırken yabani otları ayıklar, sapanla taş atarak kuşları bostandan uzaklaştırır. Babası ve annesinin ölümünden sonra sorumluluk abisi Rüstem ve Veysel'in üzerinde kalır, tarımsal yaşamın içinde giderek daha büyük bir ölçüde yer alır.Toprak şiiri bu gerçeği vurgular: "Koyun verdi kuzu verdi süt verdi / Yemek verdi ekmek verdi et verdi / Kazma ile dövmeyince kıt verdi / Benim sadık yarim kara topraktır."

    Köyünü ve köyünün çevresini betimler: "Güney tarafında kurban Pınarı / Kalktı mı Mezarlık Boyu'nun karı / Garip öter Meşelik'in kuşları / Yavru şahin yuvasından uçtu mu / Doğusu Beyyurdu Şahin Kayası / Batısı Aşılık taştır boyası / Üçoluk'tan geçer Türkmen mayası / Sultan sulağından suyu içti mi / Yeşil atlas giymiş dağlar süslenmiş / Mesçit Köyü eteğine yaslanmış / Şenem Dağı duman olmuş puslanmış / Sivralan'a nuru rahmet saçtı mı"

    Bostanını alıp götüren selden yakınır: "Sele gitti hasılatın hepisi / Emeklerim zay eyledi sel benim".
    Baltasını alan ormancı Rıza'dan yakınır: "Irıza mı senin adın / Nittin baltayı baltayı / On beş panganotu yedin / Nittin baltayı baltayı".

    Tekkeler ve Tasavvuf:

    Genç cumhuriyetin devrim savaşımı yıllarında yaşamış "Dünyanın en zengin aklını gördüm / Sermayesin sordum dedi ki okul / İnsan kafasıdır bunları bulan / İlimdir dünyada hakikat olan" diyen bir ozanı bir ölçüde tekkelerin de yetiştirdiğini ileri sürmem sizleri şaşırtmasın. Bektaşi ve Alevi tekkeler Sünni tekkelerden farklıdır. İnsan sevgisini hümanizma'yı temel alan tasavvuf felsefesi'ni ve Yunus Emre'yle başlayan halk şiirini on üçüncü yüzyıldan yirminci yüzyılın başlarına dek geliştirip getiren Bektaşi ve Alevi tekkeleridir.

    Sivralan'nın (eski adıyla Söbalan) bağlı bulunduğu Ortaköy bucağının hemen girişinde Mustafa Abdal Tekkesi varmış ve bu tekkede Hasan Baba ve Araboğlu Mehmet Baba adlı iki "baba" kalıyormuş. Tekkeler halk ozanlarının,hak aşıklarının Bektaşi ve Alevi yolcuların uğrak ve konaklama yeridir. Şatıroğlu Karacaahmet de sık sık oğulları Ali Rüstem ve Veysel'i alarak Mustafa Abdal Tekkesi'ne gider ve babalar ve konukların dinsel söyleşilerini dinler. Karacaahmet'in gittiği tekkelerden biri de Zara'daki (ya da Hafik'teki) Yalıncak Baba Tekkesi. Âşık Veysel'in çocuklarının annesi olan ikinci karısı Gülizar bu tekkede hizmetkardı, ve Veysel onu ilk kez bu tekkede tanıdı.

    Âşık'ın kimi dizelerini anımsayalım: "Her nereye baksam onu görüyom / Aynaya bakarsam beni görüyom / Yayılmış damarda kanı görüyorum / Yerleşmiş cesette gizli sır bende". "Çırpınıp içinde döndüğüm deniz / Dalgalanıp coşar ürüzgârından", "Göz gezdirdim dört bir yanı aradım / Ne sen var ne ben var bir tane gaffar / Dünyayı dolandım ben adım adım / Ne sen var ne ben var bir tane gaffar" Bu dizeler Veysel'in tekke ekini aracılığı ile edindiği tasavvuf bilgisinin ürünüdür.

    Âşık Veysel kimi şiirlerinde Yunus Emre'nin dizelerini küçük değişikliklerle yineler. Örnekler verelim:


    Yunus Emre: "Aşık Yunusu eyledi lal"
    Âşık Veysel: "Dilsiz oldum pepelendim"
    Yunus Emre: " İş bu vücut şehrine / Her dem giresim gelir
    İçindeki sultanın / Yüzün göresim gelir"
    Âşık Veysel: "Vücudun şehrine o sultan oldu"
    Yunus Emre: "Dağlar ile taşlar ile / Çağırayım Mevlam seni
    Seherdeki kuşlar ile / Çağırayım Mevlam seni"
    Âşık Veysel: "Altmış iki yıldır seni ararım
    Dağa taşa kurda kuşa sorarım"
    Yunus Emre: "Bu can gövdeye konuktur / Bir gün ola çıka gide
    Kafesten kuş uçmuş gibi"
    Âşık Veysel: "Can kafeste durmaz uçar"
    Yunus Emre: "Benim adım dertli dolap /Suyum akar yalap yalap
    Âşık Veysel: "Dönüyor bir dolap çarkı belirsiz"
    Yunus Emre: "Bu dünya bir gelindir / Yeşil kızıl donanmış
    Âşık Veysel: "İşittim dünyaya gelin diyorlar"
    Yunus Emre: "Mecnun oluben yürürüm /Ol yari düşte görürüm"
    Âşık Veysel: "Uykuda dahi yürüyom / Gidenleri hep görüyom"

    Yunus Emre'yi eski Türkçe el yazmalardan ilk kez 1930'larda Burhan Toprak tanıyıp 1933'te yazınımıza tanıttı. Bu tarihten sonra bile uzun yıllar yazınımız Yunus Emre'ye uzak kaldı. Peki, Âşık Veysel Yunus'u nasıl öğrendi? Söbalan'dan gelip geçen halk ozanlarından mı? Böyle bir olasılığın da küçük payı var. Ama Yunus'un şiirlerini daha çok Âlevi tekkelerindeki babalar ve tekke ozanları ezbere biliyorlardı.

    Diyebiliriz ki Yunus'un dizeleri Veysel'e Mustafa Abdal ve Yalıncak Baba tekkelerinde geçirdiği zamanların armağanıdır. Şunu da ekleyelim: On, on beş yaşlarındaki çocuk Veysel'in eline sazı ilk tutuşturan Mustafa Âbdal Tekkesi'ndeki Hasan Baba'dır.

    Emlek ve Çevre Ozanları:

    Emlek, Sivas ve yöresi Âşık Veysel'de önce Pir Sultan, Seyrani, Âşık Veli, Ürfani, Serdari, Ruhsati, Minhaci, Mesleki, Noksani ve Feryadileri Veysel'le çağdaş Talibi Coşkun, Âşık Hüseyin ve Âli İzzetleri yetiştirmiş bitek bir yöredir. Demek ki şiir, ozanımızın mayasında zaten var idi. Sivralan'dan (Söbalan'dan)gelip geçen aşıkların söylediği deyişlerle kulağı doldu. Ayrıca komşuları Molla Hüseyin ve Şatıroğullarına içgüveyi giren Çamşıhlı Âli Âğa'yı dinleyerek sazını ve sesini geliştirdi, yeni deyişler ezberledi.

    Âşık Veysel şiirlerinde, Yunus Emre'nin yanı sıra, Sivas ve çevre ozanlarının dizelerini yineler. Birkaç örnek verelim:


    Seyrani: "Sene bir iki yüz altmış sekizde"
    Veysel: " Sekizinci ayın yirmi ikisi"
    Seyrani: " Kedi var aslanın yerini tutmuş"
    Ruhsati: "Bazı tilki var ki aslanı s..."
    Veysel: "Tilki gölgesinde aslan gizlenmez"
    Ürfani: "Duyar ırakipler söz değer sana"
    Veysel: "Duyar ırakipler söz olur gider"

    Âşık Veli: " Kimin esir eder kul diye satar / Kiminin derdine
    dermanlar katar / Herkesin nasibin bir yana atar"
    Veysel: " Kimine at vermiş estirir gezer / Kimine aşk vermiş
    coşturur gezer / Kimine mal vermez koşturur gezer."
    Serdari: " Hayıf ömrüm berhavaya geçirdim"
    Veysel: " Geçirdim ömrümü havayı heves"

    Gezgin Ozanlık:

    Gezginlik halk ozanlığının geleneğidir. Halk ozanları dergahlardan, pirlerinden, ustalarından aldıkları bilgilerle yetinmez, hem bilgi ve görgülerini arttırıp dünyayı tanımak, hem de geçimlerini sağlamak için köy köy, kent kent, diyar diyar, dolanırlar. Aynı şeyi Âşık Veysel de yaptı ve bu yolculuklarda edindiği bilgiler şiirini olgunlaştırdı.

    Köy Enstitüleri:

    Kültür Yayınları'nda çalışan ve Ülkü dergisini çıkaran Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsmail Hakkı Tonguç, Ahmet Kutsi Tecer ve Bedrettin Tuncel Âşık Veysel'e Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapma önerisinde bulunurlar, Veysel kabul eder. Köy enstitülerindeki çevre ve coşku Âşık'ın şiirlerine de yansır ve en güzel şiirlerini bu dönemlerde verir. "Esti bahar yeli karlar eridi" , "Açtı bahar çiçekleri Ada'nın" şiirlerini Arifiye'de "Mektup" , "Gidiyorum gündüz gece", "Hayran oldum o dallara" şiirlerini Hasanoğlan'da, "Toprak" şiirini Çifteler'de yazar.

    Âşık Veysel "Bugün mektup aldım gül yüzlü yardan / Bekletme sılada gel deyi yazmış / Sivralan köyünden bizim diyardan / Dağlar mor menevşe gül deyi yazmış". Dizeleriyle başlayan o çok güzel "Mektup"şiirinin öyküsünü bana şöyle anlattı: "Enstitülerdeki hayat beni sıktı. Günde bir iki saat derse girer sonra bir odada yapayalnız kalırdım. Oturup sanki karımdan mektup almış gibi bu şiiri yazdım. Köyünü özlemiş diye izinli gönderdiler. En son Ladik'te çalıştım. On beş gün izinli köye döndüm, bir daha geri gitmedim." Bunları söyledikten sonra Âşık, bilgi dağarcığının varsıllaşmasında köy enstitülerinin büyük payı olduğunu da ekledi.

    Aydın Çevre:

    Âşık Veysel'i masalarda sade halkın yanı sıra, hattâ sade halktan da daha çok, bakanlar, milletvekilleri, yüksek işyarlar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu, Ahmet Kutsi Tecer, İsmail Hakkı Tonguç, Sefer Aytekin, Bedrettin Tuncel, Orhan Veli, Sait Faik, Yaşar Kemal, Fehmi Yavuz ve Ruhi Su gibi yazarlar, şairler, düşünürler bulunurdu. Bu masalarda sanat, yazın ve ülke sorunları konuşulurdu. Söyleşmesi tatlı olan Veysel aynı zamanda iyi bir dinleyiciydi. Kültürünün gelişmesinde ve şiirinin içeriğinde bu masaların da katkısı var.

    Âşık Veysel'in yetiştiği ve şiir yazdığı dönem Türk toplumunun en hızlı değişimler ve geçişler yaşadığı dönemidir. Mecellenin, dinsel yasaların yerini Batı yasaları, geleneksel kurum ve kuruluşların yerini çağdaş Batı kurum ve kuruluşları alıyor, anlayışta, yazıda, ekinde, giyim-kuşamda, toplumsal ve ekonomik yapıda devrimler birbirini izliyordu.Âşık Veysel şiiriyle bu değişimlerin sözcülüğünü yaptı. Çağdaş ve uygar bir düşünceyi savunduğu için de eskimeyecek çağdaş bir şiir bıraktı.
     

Sayfayı Paylaş